Varlığım, Varlık Fonu A.Ş.’ye armağan olsun!

Varlığım, Varlık Fonu A.Ş.’ye armağan olsun!

Yakında işsizlik fonunu düzenleyen düzenlemelere “Varlık Fonu’na bağlı kurumlardaki işçilerin yasal haklarının ödenmesi” gibi bir görev de eklenirse hiç şaşırmayalım. Sermayeye dikensiz gül bahçesi vermenin maliyetini yine emekçiler karşılamış olacak. 

Geçtiğimiz günlerde medyada Varlık Fonu’ndaki şirketlerdeki işçilerin statüsü değiştirilerek rahat işten çıkarmaların önünü açan bir yasa değişikliği olduğuyla ilgili bir haber yayınlandı. Konu üzerine yazmadan önce Varlık Fonu’nun ne olduğuna biraz değinmek gerekiyor. 

Öncelikle belirtmek gerekir ki, kapitalizm içi iç düzenlemeleri çok fazla da önemsememek lazım. Her düzenlemenin aslında zaten varolan bir kapitalist düzenlemenin yeniden dönüşümü olarak görmek daha anlamlı. Kamuculuk yaklaşımının zaten deforme edildiği son 30 yılda artık yeni gelişmeler inşası bitmiş bir yapıda yapılan küçük tadilatlar. 

Varlık fonu kurulmasının üç nedeni var. Sırayla yazacağım. Ama peşin söylemek gerekirse  kendileri için akıllı bir hamle. Yeni şekillenen Başkanlık Sistemine ve yeni dış politika tercihlerine (her yeni dış politika yönelimi sermaye tercihini de belirler) uygun bir çözüm arayışı.

Nedenlerden başlarsak birincisi; mevzuat kolaylığı. Ayrı ayrı yumurtalarla uğraşmaktansa tüm yumurtalar aynı sepete konuyor. Örneğin bir kurumun döviz ihtiyacı var bu durum kuru yükseltiyor ama başka bir kurumunun da döviz fazlası var. Bu kurumlar eskiden de Hazine kanalıyla birbirlerini kamu bankaları aracılığıyla fonlarlardı. Kemal Derviş uyum yasaları ile kamu havuzunu bitirdi. Haliyle her kurum kendi kar zararını hesaplar oldu. Rekabetçi bir modele girdiler. Her şirket kendi bağlı olduğu özerk kurulların kararlarına göre hareket eder hale geldi. Derviş’in buradaki amacı kamu faydasını yok eden ve kamu işletmelerini rekabetçi bir anlayışa sürüklemekti. 'Yetmez ama evet' anayasasında zaten “kamu faydası” kavramı da anayasadan çıkarıldı. Ama bu durum kriz zamanlarında ortak hareketi engeller oldu. Kısaca hepsinin yönetimi bu Varlık Fonu ile artık tekleştirildi. Artık bir kuruluşun zararını diğerinin karı kapatacak. Tabi bu tekleştirmenin yeniden bir kamuculuğa dönüş olarak algılamamak lazım.

Konuyu daha açmak için ikinci nedene gelirsek; Varlık fonu başkanlık modelinin ekonomi yönetimindeki karşılığıdır. Derviş’in kamu kontrolünden çıkarıp değişik özerk kurullara verdiği yetki yeniden tek merkezde toplanıyor ama bu merkez artık sadece “Başkan”. 16 Nisan referandumu ile valiyi, rektörü, il mal müdürünü atayacak Başkan haliyle kasayı da özerk kurumlara bırakamazdı nitekim de bırakmadı. Şirket gibi kurulan bu fonun Yönetim Kurulu’na Erdoğan’ın baş danışmanı Yiğit Bulut’un atanması da zaten bunun bir göstergesi. Yine 16 Nisan referandumu ile bütçe yetkisinin Meclise değil de Başkan’a verildiği hesaba katılırsa tencere tava deyimini rahatlıkla kullanabiliriz. Her ne kadar Varlık Fonu ilk gündeme geldiğinde bu şirketlerdeki meclisin denetim yetkisi gaspediliyor gibi muhalefet edilse de bu eleştirinin zaten 2011 yılından beri uygulanmadığını, Sayıştay’ın hiçbir denetim raporunun 2011 yılından bu yana meclis gündemine getirlmediğini hatırlatmak gerekiyor.  

Gelelim üçüncü nedene; AKP artık hiçbir kurumu özelleştirerek gelir sağlayamaz. Bunun nedeni sadece ekonomik kriz değil. AKP'nin alışıldık liberal piyasa ekonominin ayarlarını bozmasından kaynaklanıyor. Bazı örnekler var. Konunun en iyisi olan firma yandaş firmanın fiyatını veremiyor Çünkü yandaş firma rahat. Özelleştirme bitince şartname değişiveriyor. Yani onun kar elde edeceği şekilde düzenlemeler geliyor. Ya da tersi. Şayet yandaş firmaya rağmen başka bir sermaye grubu özelleştirmeyi kazanırsa onun ekonomik çıkarını koruyan düzenlemeler değişiveriyor.

Misal bir alanda tekel hakkı verilmiş, hemen bu tekel hakkı esnetiliyor. Hiç dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama Özelleştirme dalgasının en yoğun olduğu 2002-2007 arası neredeyse tüm büyük işletmeleri alan KOÇ Grubu neredeyse son 10 yıldır herhangi bir özelleştirme ya da ihalede yok. Büyük sermayeler artık iştahlı değil hiç girmiyor ihaleye. Yandaş olmayan sermaye gruplarına milyar TL’ye varan vergi cezası kesilirken Cengiz İnşaatının milyonlarca Liralik vergi borcu bir anda siliniveriyor. Bu düzensiz ve kontrolsüz piyasa ekonomisi büyük sermaye gruplarının tek bir kuruluşa talip olmalarını engelliyor. PTT’yi aldılar misal, ya yarın çıkıp PTT’nin bu alandaki bazı tekellerini ortadan kaldıracak uygulamalar devreye girerse, ya da havale yapma vb gibi özellikleri kısıtlanıverirse. 

Ama kapitalizmlerde sermaye için çare tükenmez. Varlık Fonu ile sermayeye tek bir elmaya sahip olmak istemiyorsun ama elma sepetinin bir hissesine talip olmak ister misin denecek. Sermaye için daha az karlı ama daha az risksiz. Haliyle fonlar bu tip bir sepete yatırım yapabilir, Varlık Fonu yakında uluslararası piyasalarda alınır satılır bir kağıt olacak. Para da buradan bekleniyor.

Bu neden biraz da yeni dış politikanın bir göstergesi. Muhtemelelen bu akılı da Katar vermiştir. Hep gelecek denip duran ama bir türlü gelmeyen Körfez Sermayesi aslında Batı sermayesi gibi işletme kültürü olmadığı için daha çok ülkelerdeki bazı fonlara yatırım yapmaktadır. Haliyle tutup Çaykur’un işletmesini almak yerine Çaykur’un gelirine ortak olmak daha yatırım yapılabilir bir konum bu sermaye için.

Ama buradaki en önemli gelişme Varlık Fonu’nun bir A.Ş. olarak konumlandırılması. Haliyle yaptığı “ticari faaliyetler” için kamuoyunu bilgilendirmeye ihtiyacı yok hatta bu “sermayenin yasaları” açısından ticari sırları ifşa etmek olduğu için kendi başına bir suç. Geçtiğimiz günlerde “çaykur hisseleri teminatı karşılığında Varlık Fonu, kredi aldı mı” sorusuna Ekonomiden sorumlu Nihat Zeybekçi “Bildiğim kadarıyla böyle bir şey yok” yanıtı verdi. Ama buradaki yanıt aslında herşeyi açıklıyor. TC Ekonomi Bakanı “bildiğim kadarıyla” demek zorunda kalıyor. Geçtik kamu denetimini, Kamunun bilgilendirilmesini Ekonomi Bakanı bile bilmek zoruda değil. Saray danışmanlarının bilmesi ve karar alması yeterli.  

Ancak Varlık Fonu’nu sadece bir makyajlanmış bir sepet olarak düşünmemek lazım. Yakın bir dönemde birçok devletin gasp ettiği fonun bu fona aktarılması konuşulacak.

Örneğin İşsizlik Fonumuzda (..muz demek ve böyle bir dil kullanmak daha anlamlı) biriken 100 milyar TL çeşitli gerekçelerle bu Varlık Fonu’na aktarılacak. Şayet yasalaşırsa Kıdem Tazminatı Fonu’nda da aynı gelişme olabilir. Yani Varlık Fonu Başkan’ın gölge ekonomisi olarak hayatına devam edecek. 

Elbette bu Gölge ekonomininde sahici yasalarla yola devam etmesi biraz zor. Kendine ait iş yasalarıda mümkün hale gelebilir.

Yazının konusu olan işten çıkarmaların kolaylaması için yapılacak değişiklikliklerde misal benzer bir girişim. Bu işletmelerde çalışanları hala koruyan “kamu çalışanı” statüsü yerine, kıdemi ihbarı verilerek işten çıkarılmasının yolunu açmayı düşünüyorlar.

Sermayenin hafızası iyidir. Derviş’in çok kolay olacağını zannettiği kamu işçilerinin 4C statüsüne (bilmeyenler kölelik olarak okuyabilir) geçme sürecinin yoluna  ilk engeli SEKA direnişi koymuş bir çok hak kazanılmış, daha sonra TEKEL direnişi ile de 4C bir daha uygulanamayacak hale gelmişti. Şimdi işten atıldığında idari mahkemeler yoluyla işe geri deönebile  işçilik statüsünü, 4C çözümü yerine,  normal sigortalı bir işçinin sahip olduğu yasal haklar statüsüne indirgenerek, iş mahkelerindeki gibi işleterek biraz da maliyetli olsa bile çözecekler. Maliyetliden kastım, kıdem ihbar yanında işçilere mahkemeler yoluyla haksız fesih tazminatı vererek bir nevi ekonomik rüşvet verilecek. Elbette bunun maliyeti için İşsizlik Fonu'muz ne güne duruyor.

Yakında işsizlik fonunu düzenleyen düzenlemelere “Varlık Fonu’na bağlı kurumlardaki işçilerin yasal haklarının ödenmesi” gibi bir görev de eklenirse hiç şaşırmayalım. 

Sermayeye dikensiz gül bahçesi vermenin maliyetini yine emekçiler karşılamış olacak. 

DAHA FAZLA