Orhan Erinç'in savunmasının tamamı

Orhan Erinç'in savunmasının tamamı

Cumhuriyet davasında yargılanan cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerinin savunmalarının tamamını yayınlıyoruz.

Cumhuriyet gazetesi İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç’in savunması şöyle:

Gazeteciliğe 14 Şubat 1957’de başladım. Meslek hayatımın 60. yılındayım. 45 yılı Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) ve Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) yönetiminde geçti. Bu 45 yılın 18’ini TGC ve TGS başkanı olarak geçti. Yani yönetim kurulu ve başkanlık nedir konularında deneyimliyimdir. Başkanlığım sadece Cumhuriyet Vakfı ile sınırlı değildir. Bu dava sadece gazeteciliğin yargılandığı bir dava değildir. Bu arkadaşlarım KHK ile mesleklerini de yapamıyorlar.

Bize yöneltilen suçlardan en önemlisi vakfın yönetim kurulunun bir bölümünün vakfı ele geçirmek için çalışma yaptığı ve Cumhuriyetçileri tasfiye ettiği, yayın politikasını değiştirdiği. Bu iddianın sahibi Mehmet Faraç, Alev Coşkun ve Mustafa Balbay’dır. Bunun dışında bugüne kadar bizi tasfiye ettiler, yayın politikasını değiştirdiler diyen bir de Cumhuriyet’i ele geçirmek için çalışan Aydınlık yazarlarıdır.. Bu 3 arkadaş soruşturmanın çarkını çevirenlerdir. Kendilerinin tasfiye edildiğini iddia ediyorlar. Mehmet Faraç çıkarıldığında Cumhuriyet Vakfı Başkan Vekili Alev Coşkun’du. Tasfiye edilmişse kimin zamanında tasfiye edilmiştir? Alev Coşkun’a oy vermeyenlerden biri Balbay’dır. 5 yıla dağılmış bir şeyi 2013’te toplamak mantıkla anlaşabilir bir çözüm değildir.

Yayın politikasına gelince, savcının atadığı bilirkişi iletişim uzmanı olsaydı yayın politikasının değil Türkiye’nin gündemini değiştiğini, haberlerin o gündem kapsamında hazırlandığını anlaması gerekirdi. Biz neyin değiştiğini anlamakta zorlanıyoruz. Eğer haberlerin akışı gündem değişikliği nedeniyle değiştiyse benim o haberleri vermek gibi bir yükümlülüğüm var. Vermeseydim bu haberi o zaman yayın politikası değişecekti.

Bana yöneltilen suçlardan biri de 3 ByLock kullanıcısı ve hakkında FETÖ soruşturması olan 7 kişi ile iletişim kaydımın bulunduğu. Ben TGC başkanlığını yaptım. TGC, Türkiye’deki her görüşten gazetecinin üye olduğu bir meslek örgütüdür. Orada Gazetecilere Özgürlük Platformu’nun kurucu başkanıyım. Benim gazetecilerle görüşmem kadar ya da beni aramaları kadar doğal bir şey olmaz. Devletin bilmediği ByLock’u benim bilmemi istemek doğru bir yaklaşım değildir. Benim de bir seyahat şirketi ile konuşmam varmış. ByLock’çuymuş. Ben tatillerimi tanınmaktan uzak yerde geçirmeyi tercih ederim. O da KKTC’dir. Yılda 1 kez oraya giderim. Oraya giderken seyahat şirketine rezervasyon yapmam gerekiyor. O seyahat şirketi bugün de hem gazete hem TV reklamlarıyla görevini sürdürüyor. Ama ben suçlanıyorum.

Cumhuriyet Vakfı’nın başkanı olduğum konusu geçiyor. Ben kuşkuya düştüm çünkü iddianamede 3 kişi daha başkan olarak geçiyor. Acaba eşbaşkanlık var mı diye kuşkulandım. Anladım ki ciddiyetten uzak bir yaklaşımla arkadaşlarım başkan yapılmış.

Benim hiç adamım olmamıştır. Bu tasfiye ettiğimizi iddia eden arkadaşlarımızın suçlama girişiminin sonucudur. Bu iddia düşmanlıktan gelen, Cumhuriyet’i babalarının çiftliği sanan, hırslarını akıllarının önüne geçiren arkadaşların iddialarıdır. Şimdiye kadar 51 yıllık meslek hayatımda çalışma arkadaşlarımdan hiçbirini savunmak zorunda kalmadım. Bu ilkemi 7 arkadaşım için bozdum. O nedenle rahatsızlık duyduğumu söylemeliyim.

Davet ettiler, gitmedim

TGC ve TGS Başkanı olduğum dönemlerde Gülen’in onursal başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın törenlerine beni altın yaldızlı davetiyelerle davet etti. Hiçbirine katılmadım. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bugün yaptığı açıklamayı yıllar önce Cumhuriyet’te yazdım. Benim bildiğim İslamiyetle FETÖ’cüler arasındaki farkı ben gördüm ancak onlar yeni gördü.

Cumhuriyet gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni olduğum dönemde vakıftan kimse bana karışmadı. Vakıf başkanı olduğumda da Genel Yayın Yönetmeni’ne karışmadım. Yazıişleri o günün haberlerini seçmek, değerlendirmek konusunda özgür olmalıdır. Bu mutlak özgürlük değil, gazetenin yayın politikasına uygun davranmaktır. Ama bu gazetenin her haberi vermesinin önünde bir engel değildir.

İtirafçı kontenjanı

Suçlamalardan biri de vakıftan gazeteye para aktarılma iddiası. Vakıftan şirkete para aktarımı 2012’de başlamıştır. İddianamede saptanan tarih budur. Bu paranın büyük çoğunluğu 2014’te gerçekleşmiştir. Bu suç isnat ediliyorsa bize, o dönemde vakıfta görev alanlar niye yargılanmıyor. Onlar itirafçılık kontenjanından mı yararlanıyor?

Erinç, Aydınlık gazetesinin önceki günkü sayısında 6 yazardan 3’ünün Cumhuriyet’i suçlamayı, gazeteye hakaret etmeyi sürdürdüğünü söyledi. Bunların Rıza Zelyurt, Mehmet Faraç ve Sabahattin Önkibar olduğunu söyleyen Erinç, bu üç ismin aynı zamanda Cumhuriyet davasında tanık olduğunu söyledi. Cumhuriyet Vakfı üyeliği seçimlerinde seçilemeyen ve davada tanık olan Mustafa Pamukoğlu’nun Vatan Partisi’ne bağlı yayın organlarınca kurulan vakfın başkanı olarak 4 Şubat 2017’de Aydınlık’ın 4. sayfasında röportajı çıktığını dile getiren Erinç, bunun okunması, Pamukoğlu’nun nasıl Aydınlık ve Vatan Partisi hayranı olduğu, Cumhuriyet Vakfı’na seçilmesi halinde Cumhuriyet’i o görüşle yöneteceğinin kanıtı olduğunu vurguladı.

Savunmanın ardından mahkeme heyeti, Erinç’e vakıf ve gazetenin yayın politikası ilişkisine yönelik sorular sordu. Erinç, Mahkeme Başkanı Dağ’ın “Vakıf, anayasamız dediğiniz Vakıf Senedi ve gazeteciliğin evrensel ilkelerinin gazetede yokluğunu veya azlığını takip eder mi, sapma olursa bunu yayın yönetmenine söyler mi, yaptırımı ne olur” diye sorması üzerine şu açıklamayı yaptı:

“Eylemli olarak vakıf yöneticiliği yapmayan, icra kurulunda başkan sıfatı taşımayan vakıf kurulu üyelerinin etkisi toplantılarla sınırlıdır. Toplantı bittiği andan itibaren Cumhuriyet’te çalışan vakıf yönetim kurulu üyesi diye herhangi bir ayrıcalık görmez ve istemez de. Vakfın muhatabı genel yayın yönetmenidir. Eğer vakıf, yayın ilkelerinden sapma denen şey, aslında verilen haberin doğruluğu veya yanlışlığıdır. Cumhuriyet gazetesi kendisine 2 lira veren bir okuruna dünyada ve Türkiye’de ne olduğunu ne bittiğini hem haberleriyle hem yorumlarıyla iletmek durumdadır. Cumhuriyet’te şu haberler çıkmaz diye bir kural hiçbir zaman olmamıştır. Yazı ve haber konusunda herhangi bir sınırlama yoktur. Tek laikliğe ve cumhuriyete aykırı olmasın. Vakıf yönetim kurulunun muhatabı genel yayın yönetmenidir. Toplantıya çağrılır, ne yaptığı sorulur. O da açıklama verir. Eğer başarılı olmadığı görülürse görevden alınıp yenisi atanır.”

Başkan Dağ’ın, “Diyelim ki vahşi bir tecavüz olayının görüntüleri var. Haber bu şekilde yayımlanmasın diye vakfın bir yaklaşımı olur mu” diye sorması dikkat çekti. Olayda mağdurun ve yaşı küçüklerin isimlerinin yayımlanmayacağını veya baş harflerinin kullanılacağını anlatan Erinç, “Haberi okumadan girer ve girmez yorumu yapamam. Mutlaka tecavüz haberi girer. Ama nasıl yazılır konusu önemlidir. Burhan Felek’in tavrı şudur. Dünyada yayımlanmayacak haber yoktur. Yeter ki yazmasını bilmeli. O nedenle somut olarak bu haberi görmeden tartışmak havada kalır. Haberse haberdir. Cumhuriyet’te yazılmış bir haberin yayımlanmasını engelleyecek hiçbir güç yoktur. Tek yapılacak şey elimizde çok haber var bunu harcamayalım yarına aktaralım olur. Haber belgeli ve doğruya kimse yayımlanmasını engellemez. Haberin gücü bizden fazladır” dedi.

Kıdemli üye hâkim Halit İçdemir, Zaman gazetesi ile iki kez aynı manşetin atılması konusunu gündeme getirdi. Bu durumun 33 bin günde iki kez olduğunu söyleyen Erinç, “Biz buna meslek olarak pişti olmak deriz. Bunun rastlantının dışında bir anlamı yoktur” dedi. Bu sırada söz alan gazetemiz yayın yönetmeni Murat Sabuncu, Zaman gazetesiyle aynı çıkan manşetlerden birisinin “Devletin kalbine bomba” başlığı olduğunu söyledi. O tarihte Ankara’da Genelkurmay, Meclis, Başbakanlık ve Kuvvet Komutanlıklarının olduğu yerde PKK’nin bir terör eylemi olduğunu söyleyen Sabuncu, “Birçok rutin haber olaylarında bu başlığa pişti deriz. Çok açık ve net bir şekilde bir tanesi tamamen o zamanki konjonktürde olmuş rutin bir olay. Buradan hiçbir şey çıkmaz. Kesinlikle ve kesinlikle bu manşetler pişti olarak görülebilecek manşetlerdir” dedi.

Başka bir soru üzerine Cumhuriyet’in Yayın Yönetmenliği’nin önemli bir görev olduğunu dile getiren Erinç, “Çünkü hem okurları tarafından eleştirilen ve kızanlar tarafından susturulmak istenen tek gazetedir. Bu görevi almayı kabul edenler çok büyük bir sorumluluk yüklenmişlerdir. Sadece kendileri değil hayatını Cumhuriyet’ten kazanan çalışanların gelecekleri onun ellerindedir” diye konuştu.