"Kırgınlığın ve öfkenin etkileri uzun sürecek"

Kısa süre önce Barış İsteyenler Grubu’nun üyesi olarak Diyarbakır’da incelemelerde bulunan Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Bilge Selçuk’la savaşın özellikle çocuklar ve gençler üzerindeki travmatik etkileri üzerine konuştuk.

Rıfat Doğan - İleri Haber

Kısa süre önce Barış İsteyenler Grubu’nun üyesi olarak Diyarbakır’da incelemelerde bulunan Koç Üniversitesi Psikoloji Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Bilge Selçuk’la savaşın özellikle çocuklar ve gençler üzerindeki travmatik etkileri üzerine konuştuk.

Bölgede süren savaş halkın, özellikle çocukların üzerinde nasıl bir travma yaratıyor?

Savaş en büyük travmalardandır, yakından uzaktan, o coğrafyada yaşayan herkesi pek çok şekilde etkiler. Bunlardan biri evini terk etmek zorunda kalmaktır. Son birkaç aydır, bölgede gidecek bir yeri, bir yakını olan bir kısım insan evlerini bir anda terk etmek zorunda kaldı. Örneğin, Suriçi’ndeki evlerini bırakmak zorunda kalıp Diyarbakır’ın başka yerlerine gidenler oldu, diğer yakın şehirlere veya ülkenin batısındaki büyük şehirlere göçenler oldu. Gidebilenlerin bir kısmının daha hali vakti yerinde olduğunu söyleyebiliriz ama bu hepsi için geçerli değil. Şehir içinde zorunlu göç edenler için dayanışmalar oluyor, evini terk ettikten sonra, kısa sürelerle farklı ailelerin yanında kalarak yaşayanlar oluyor ama bir yer bulamayanlar da oluyor. Bunları iki hafta önce Barış İsteyenler Grubu’yla Diyarbakır’a gittiğimizde gördük, dinledik. Bunların hepsi çok zor.

Öte taraftan, örneğin Diyarbakır için konuşursak -ki ben henüz sadece oraya gittim- Suriçi’nde bir yoğun çatışmanın olduğu bölge var, bir de çatışmanın olmadığı yerler var. Tabii bunlar çok yakın, yan yana. Suriçi’nde yaşayıp da dışarıya kimlik kontrolü ile girip çıkan, okuluna, üniversitesine, işine giden çocuklar, yetişkin insanlar var. Bunların yaşadığı travma ayrı, şehrin başka bölgelerinde yaşayıp da uzaktan silah seslerini duyarak hayata devam etmeye çalışanların travması ayrı nitelikte ve şiddette. Daha öteye gidersek, anne-babasını kaybeden çocuklar, çocuğunu, bebeğini kaybeden anne-babalar var, bunlar çok büyük travmalar. Ben bir klinik psikoloji uzmanı değilim, psikiyatri uzmanı da değilim. Benim uzmanlığım gelişimsel psikoloji ve psikopatoloji. Bu alanlar bize sağlıklı gelişimin, yani beklenen olağan gelişimin nasıl olduğu, travmatik deneyimlerin bu seyri nasıl değiştirdiği konusunda bilgi verir.  Gördüklerimi bu mesleki bilgi ve deneyimimle yorumlayabilirim. Gördüğüm, bekleneceği üzere, stres ve kaygı düzeyinin bölgede yaygın ve yüksek olduğu. Suriçi’ni bırakın, şehir içinden de silah sesleri duyulabiliyor, biz de oradayken duyduk bunları. Şehirdeki evlerin camlarına kurşun, çatılara roket gelebiliyor. Doğal olarak şehirdeki gündem uzun zamandır çatışma, savaş, ölenler, yakınların alınamayan cenazeleri, devam edemeyen eğitim, kapanan hastaneler, bu çatışma halinin bitip bitmeyeceği, belirsiz bir gelecek. Haber alınmayan akrabalar var. Kapalı caddeler, dükkanlar bir tarafa, açık olanları da iş yapmıyor, herkes olağanüstü hal durumunda yaşıyor. Gündemdeki konular bunlar. Çocuk, genç, yetişkin, her yaştan insanda stres ve kaygı yüksek, depresyon yüksek. Çocuklarda uyku ve alta kaçırma problemleri artmış, bunlar kaygı problemlerine bağlı, ikincil olarak gelişiyor.

"SAVAŞ TRAVMASINA MARUZ KALMAK BEYNİN İŞLEYİŞİNİ ETKİLİYOR"

Yaşça daha küçük çocuklar okula gidemiyor, oyun oynayamıyor. Bomba ve silah sesleri arasında kaldılar. Ölümle burun buruna bir yaşam sürüyorlar. Birçok aile evlerinin bodrumlarında yaşamaya başladı. Kimisi yıllardır yaşadıkları evleri terk etmek zorunda kaldı. Biraz daha büyümüş olanları hendeklerde çocuk yaşlarına bakmadan bir şeyler yapmaya çalışıyor. Kimisinin ailesinde birden fazla kayıp var. Bu durumun çocukların geleceğinde ve gelişiminde bırakacağı izler nasıl olacak?

Bugüne bakarak gelecek hakkında bir yorum yapabilir miyiz? Bizde daha önce de çatışma, savaş ortamları yaşandı, özellikle 90’larda köy boşaltmalar, yakmalar vb. vardı. Ama bu travmaları yaşayanlarla, yakınını kaybedenlerle yapılan tıp veya psikoloji çalışmaları var mı, bilmiyorum, farkında olmayabilirim. Holocaust, Filistin ve 11 Eylül’ün psikolojik etkilerinin sonraki yıllarda nasıl devam ettiğini inceleyen araştırmalar var ama… Bunlar bize böyle şiddetli çatışma ortamlarının yarattığı psikolojik problemlerin izlerinin ileride de devam ettiğini gösteriyor. Erken yaşta savaş gibi travmalara maruz kalma beyindeki bazı bölgelerin işlevinde değişmeye sebep oluyor, bu kişilerde stres düzeyi ileriki yıllarda da daha yüksek. Hücrelerin erken yaşlanması, bağışıklık sisteminde bozukluk, kronik hastalıklarda artış gibi sağlık problemleri bu kişilerde sonraki senelerde de diğer nüfusa göre daha fazla. Beyinde duygusal deneyimleri değerlendirme ve duygusal hafızadan sorumlu bölgelerindeki bilgi işleyici hücrelerde küçülme görülüyor. Stres artıyor, kaygıyı kontrol etmede güçlük var.

Zorunu göçün etkilerini, ailesinden ayrılmak zorunda kalan çocukların psikolojik durumunu inceleyen de çalışmalar vardır. Çarpıcı bir araştırma mesela 2. Dünya Savaşı sırasında ailelerinden ayrılmak zorunda kalan çocukları takip etmiştir. 2. Dünya Savaşı sırasındayaklaşık 70 bin çocuk ailelerinden uzağa gönderilmiş ve birkaç yıl koruyucu aile benzeri yerlerde yaşamak zorunda kalmışlardır. Çocukların daha güvenli bir ortama gönderilmesinin, savaştan kaynaklanan korku, güvensizlik, yokluk, kıtlık gibi olumsuz etkileri azaltacağı düşünülür. Ama bu amaç hasıl olmuş olsa bile, araştırma sonuçları, 55-60 yıl sonra dahi bu kişilerdeki stres seviyesinin diğer insanlara göre %20-25 yüksek olduğunu gösteriyor. Yani savaş dolayısıyla yuvadan ayrılmak, aileden uzak daha güvenli bir yere gitmek zorunda kalmak bile bir travmadır, ki şu anda Güneydoğu’da yaşananların belki de en hafif sonucu bu. Bugün Doğu’da, Güneydoğu’da uzun zamandır devam eden ve ne zaman bitebileceği hiç kestirilemeyen şiddetli bir çatışma ve şiddet ortamı var. En hafifinden, ailelerinden uzak kalan, haber alamayan, okula gidemeyen çocuklar, gençler var. Bebekten yaşlıya kadar her yaştan çok sayıda insan ölüyor. Askerler, polisler ölüyor. Onların aileleri, o bölgede görev yapmak zorunda olan herkesin ailesi, çoluk çocukları için de travma bunlar. Bu sözünü ettiğim sağlık problemleri, psikolojik sorunlar bu kesimlerin hepsi için geçerli ama elbette en kuvvetli ve uzun süreli etki orada yaşayanlarda oluyor.

ADALETSİZLİK VE DEĞERSİZLİK DUYGUSU…

Bu baskı ve savaş ortamının insanların üzerinde uzun süredeki etkileri nasıl olacaktır? İnsanlar bu savaşın olumsuz etkilerini nasıl atlatacaklar?

Biraz önce anlattığım gibi, bu yaşanılan travmanın hem psikolojik, hem fiziksel sağlığa etkileri büyük. Burada sözünü ettiğim araştırma sonuçlarının sadece dayanıklılığı düşük insanlar için geçerli olduğu da düşünülmesin. Dayanıklılık bir kişilik özelliğidir, kişinin zor koşullarda hayata tutunabilmesini, devam edebilmesini anlatır. Yani bir başkasının çökeceği, baş edemeyeceği koşullarda ayakta kalan, güçlü kalan, direnen, koşullarla baş eden insanlar vardır. Çatışma gibi uzun süreli travmalar, maruz kalanların bir kısmında travma sonrası stres bozukluğuna sebep olsa da, genel nüfustaki psikolojik problemlerde de artışa sebep oluyor. Araştırmalara göre, dayanıklılığı yüksek kişiler için dahi bu geçerli, onlarda da stres düzeyi yüksek, bilişsel işlevlerde olumsuz değişimler görülüyor ve ilerleyen senelerde kronik hastalık geçirme oranı artıyor, ortalama yaşam süresi kısalıyor. Yani travma yaşanırken, örneğin savaş sırasında, dayanıklılığınızın yüksek olması sizin bu yaşananlardan olumsuz etkilenmediğiniz anlamına gelmiyor. Uzun süreli travmatik deneyimlerin genlere etki ettiğini de gösteriyor son araştırmalar. Dolayısıyla sadece beyinde yapısal ve fizyolojik değişimler değil söz konusu olan, travmatik yaşantıların etkileri nesilden nesile geçebiliyor.

Temmuz ayından bu yana, bölgede, Diyarbakır’da, Silopi’de, Cizre’de yaşananlar kelimenin tam anlamıyla felaket. Barış İsteyenler Grubu olarak Diyarbakır’a gittiğimizde tanıklıklar dinledik, çocuklardan, anne-babalardan, esnaftan... Toplantıda dinlediğimiz bir lise öğrencisi, hissettiği çaresizliği anlatırken hüngür hüngür ağladı. Artık ölüm haberi almadan, evde pencere kapı titremeden uyuyabilmeyi, dışarda dolaşabilmeyi, oynayabilmeyi, okula gidebilmeyi istediğini anlattı. Bir anne bize, küçük kızının yakılan okulda nasıl yandığını gösterdi. Günler boyunca elektrik, su, yiyecek olmadan çocuklarıyla ne zor günler yaşadıklarını, kendileri gibi ellerine hiç silah almayan insanların mağdur olduğunu anlattı. Cenaze görmekten bıktıklarını, her gün başka bir ailenin yanında kaldıklarını, bazen sokaklarda kaldıklarını, artık huzur, barış istediklerini söyledi. Normal giden hayatları, bir anda, beklenmedik bir şekilde değişmiş. Hayatları üstünde kontrolleri yok ve bu durumun ne zaman düzeleceği belli değil. Çaresizlik ve yalnızlık hissediyorlar, ülkenin geri kalanının tüm bu yaşadıkları felakete kayıtsız kaldığını düşünüyorlar, sitemkârlar. Özellikle çocuklar için hayatlarındaki bu ani değişikliği anlamak zor. Mağdurlar ve bu mağduriyetlerine Batı’nın sessiz kalması, kimsenin onları düşünmüyor olması adaletsizlik, değersizlik duygusu yaratıyor. Bu önemsenmiyor olma hissi kırgınlık ve öfke yaratır. Bu yaşananların etkilerinin uzun süreceğini kestirmek güç değil. Nasıl atlatılacak, diye sordunuz. Çok açıkça, öncelikle bu çatışma durumunun en kısa zamanda son bulması gerekiyor. Travmadan etkilenenlere psikolojik destek verilmesi de tabii gerekiyor. Çocuklarla, ailelerle yapılabilecek çalışmalar için uygun yerler bulunabilir. Mesela Diyarbakır’da Sümer Park bunun için çok uygun bir yer, Cizre’de ve diğer il ve ilçelerde de bu tür yerler bulunabilir diye düşünüyorum. Ruh sağlığı konusundaki meslek örgütleri, STK’lar buralarda çalışmalar planlayabilirler. Ama öncelikle, acilen bu çatışma durumunun son bulması gerekiyor.

Bölgede bitmek bilmeyen bir katliam var ve her gün artarak devam ediyor. Sizce ne yapılması gerekiyor?

TBMM’nin bugün en önemli ve hatta çözülünceye kadar tek gündeminin bu olması gerekiyor. Bugün en çok konuşulan başkanlık, yarı başkanlık, parlamenter sistem vb. tartışmaları. Şaşırarak izliyorum. Ülkede böyle olağanüstü bir durum varken, bunun çözülmesi için somut bir adım atılmazken, tüm bu başkanlık vb. sisteminin konuşuluyor olması bana çok sürreel ve anlaşılmaz geliyor. Bir meclis var, en temel toplumsal meseleleri görüşmek ve halletmek üzere görevlendirilen temsilciler, milletvekilleri var mecliste. Milyonlarca insan bu kadar mağdurken, ölüyorken, ailelerini, yakınlarını kaybediyorken, evlerinden oluyorken tüm bir ülke olarak bundan hepimizin etkilenmemesi mümkün olabilir mi? Meclis içinde diyaloğun başlaması, hükümetin müzakere başlatması, muhalefetin bu konuda ısrarcı olması lazım. Barış ve çatışma çözme konusunda uzmanlar, akademisyenler var bizde de, onlara da danışılmalı. Önce bunlara niyet edilmeli. Niyet edildiğini ve somut, yapıcı bir adımın atıldığını görmemiz, niyetin barış ve uzlaşma olduğunu bize göstermeleri lazım. Yıllarca süren ölümler, çatışma, acılar nihayet son bulmuştu, artık yaraların sarılma sürecine geçiliyordu. HDP’nin meclisteki varlığı, gördüğü destek bu yaraların sarılmaya, toplumda barışın sağlanmaya başladığının göstergesiydi. Ne oldu? Onca emekle elde edilen her şey yerle bir oldu, tekrar felaket günlerine dönüldü. Ben siyaset bilimci veya sosyolog değilim, bunların analizini o alanlardaki meslektaşlarım gibi yapamam. Bunları sıradan insan gözüyle söylüyorum. Ama bir psikolog bilgisiyle de şunu söyleyebilirim, bu yaşadığımız felaket ortamının faturası hepimize çıkar; fatura hem birey düzeyinde, hem toplum için büyük olur. Şiddet ortamları ne kadar uzarsa sonuçları o kadar olumsuz olur. İvedi olarak silahların susması lazım, ilk olarak bu sağlanmalı. Ve sonra barış ortamı için ne yapılması gerektiğinin Meclis içinde konuşulması, bunun için ısrarcı olunması lazım. O müzakerelerin nasıl ilerleyeceğini, sonuçlanacağını bilemem ama şu ana kadar Meclis içinde söze, iletişime dayalı bir çözüm arayışına girilmemiş olması anlaşılabilecek, açıklanabilecek bir durum değil. Bir ülkenin bundan daha önemli bir gündemi olamaz. Toplum olarak sağlıklı ve iyi olmamızın asgari koşulu barış ortamında yaşıyor olmaktır.

Bölgede süren katliamlar, öncesinde Suruç, 10 Ekim Ankara katliamının faili olan bir iktidarın yani AKP'nin çözüm sürecinin parçası olabileceğine inanıyor musunuz? 

Ankara Katliamının failinin kim olduğunu kısmen biliyoruz, herhalde bilmediklerimiz de var. İsmail Saymaz’ın o dönem ortaya çıkardığı bilgiler önemlidir. Ama Ankara Katliamından sonra delillerin toplanmasıyla ilgili gördüklerimiz yeni bir şey değil. Uğur Mumcu suikasti sonrasında da en dikkatli şekilde toplanması gereken deliller açıkça  süpürgeyle süpürülmüştü. Ankara Katliamında da devletin en azından sorumluluklarını yerine getirmediğini biliyoruz. Ama şu anda Güneydoğu’da yaşanan savaş durumunun bitmesi için müzakere masasına oturulması gerektiğine, evet ben elbette inanıyorum ve bunun için çaba gösteriyorum, ve herkesin de göstermesi, bunu daha kuvvetle talep etmesi gerektiğini düşünüyorum. AKP şu anda çözüm sürecinin parçası olmak için müzakere masasına oturmaya istekli görünüyor mu? Sanıyorum hepimiz aynı şeyi görüyoruz, hayır istekli görünmüyor. Ama görünmüyor olması oturmayacağı anlamına gelmez. Bu olmaması, hiç başlamaması gereken bir savaştı ve bu çatışma ortamından sivil halk, çoluk, çocuk, genç, yetişkin, yaşlı, herkes büyük zarar görüyor ,ülke olarak zarar görüyoruz. AKP’nin çözüm sürecini başlatması için muhalefet partileri gerçekten elinden gelen her şeyi yaptı mı, içleri rahat mı? Sivil toplum örgütleri elinden geleni yaptı mı? UNICEF Türkiye bürosu ne yaptı, ben bilmiyorum. Bu konuda kuvvetli bir talep olmalı, sesler şu ana kadar cılız çıktı ama bunun değişeceğine inanmalı ve bunun için uğraşmalıyız. 

DAHA FAZLA