İyiliğin iç sesi: Burada Kalmak

İyiliğin iç sesi: Burada Kalmak

Romanda bir gitme ve kalma meselesi var; yaşamdan ölüme, eskiden yeniye, memleketinden gurbete, ergenlikten yetişkinliğe… Kentin de dayattığı bu; evinde kalmak ya da oradan gitmek. Kutlu kalmaktan yana, çünkü direnmek gerekiyor. O, ömür boyu atkestanesi ağaçlarının olduğu yerde kalmak istiyor.

Gökçesu Özgül

Sibel K. Türker’in “Burada Kalmak” adlı yeni romanı Nisan ayında raflardaki yerini aldı. Roman, karakterlerinin kişiliklerinde başlattığı kazı ile bizi, kendimize doğru giden bir yolun başında bırakıveriyor. Bu, aslında insanı anlamak için de bir fırsat…

“Burada Kalmak”, bir Ankara romanı… O kadar ki kişiler, Ankara zemininde kendini var ediyor. Kutlu, romandaki ana hikayenin ergenlik döneminde olan anlatıcısı. Babası, abisi ve dedesinden oluşan dünyasında yalnızdır. Kutlu’nun evi erkek nüfusundan oluşuyor; babası Fuat ve abisi Kutsal. Bir de aynı apartmanda oturan dedesi... Bu adamlar arasında yoğun bir çatışma var. Kutlu, bu ortamda biraz erken olgunlaşmak zorunda kalıyor. O, titiz ve düzenli bir genç... O, evde bir kadının boşluğunu hissettirmemeye kararlı babasının yolundan gidiyor.

“Ben her zaman nedenini bilmeden biraz üzüntülüyümdür” diyor Kutlu; hayata karşı herkesten biraz daha öfkeli olması gerekirdi belki ama değil.  Annesizliğine, yalnızlığına rağmen değil... O, hikayenin iyiliğe inananı… Bu inanç, abisi Kutsal ve en yakın arkadaşı Erdem tarafından aşağılanmasına, alaya alınmasına sebep oluyor. İkisi de iyimser olamayacak kadar fazla şey bildikleri fikrindeler.

Erdem, Kutlu’nun en yakın, belki de tek arkadaşı; ondan bir kaç yaş büyük. İkisinin bir ortak noktası var; annelerinin hayatta olmaması.. Kutlu şefkati Erdem’de arıyor; “… ama dünya kederin gölgesine girdiğinde Erdem’e sığınırdım. Beni yalnız o korurdu. Bilmiyorum nasıl, ama korurdu işte.” Ancak Erdem kopkoyu bir karamsarlığın içinde; kendi yolunu değiştirmezse sevgisiz ve kimsesiz kalacak, oysa ki “ana şefkati kurulu bir saattir. Tıkır tıkır işler ve anneler bir gün az bir gün çok sevmez çocuklarını.(…) Anne şefkati güneşin her gün doğacağını bilmek gibi bir şeydir."

Kutlu okuldan verilen ödevi yapmak üzere bir “deneme” yazmak üzere kalemi kağıdı eline alıyor. O’nun anlattıkları, sebebini sonradan anlayacağımız şekilde evde mücver pişmesiyle başlıyor. Kutlu aslında mücverden değil, mücver kokusunun onu götürdüğü anın içindeki duygudan kaçıyor. Erdem ise kokular çıkmasın diye, evde pencerenin açılmasına müsaade etmiyor. Bir koku, bir delikanlının annesini tutmak diğerinin ise anımsamaktan korkmasına mı sebep? Proust’u mutlu eden Kutlu’ya kaçmaktan başka şans kalmıyor.

Kutlu, Fuat ve Kutsal; bu üç adamın ortak noktası yazmak. Kutlu yazma meselesine biraz ürkek, biraz da güvensiz yaklaşıyor. Belki de ortaya çıkacak şeyin beğenilmeyeceğinden korkuyor. “Bir yazar olsaydım böyle yazmazdım” diye belirtme ihtiyacı duyması belki de hep bu yüzden. Ancak gene de, Kutsal’ın romanının yayın evi tarafından reddedilmesinin üzerine Fuat’ın romanına başlamadan bitirmesi, Kutlu’nun yazın hayatını etkilemiyor. Anlıyoruz ki o yıllarda yaşananları toparlayıp bir yayın haline getiren yine Kutlu.

Erkek ağırlıklı bu romanın kadınları da var; Suna Hanım, Oya, Melike ve Esin. Aralarındaki en baskın kişi Suna Hanım; Kutlu’nun dedesinin eski eşi ve apartman komşusu. Eğitimli, çalışmış, toplumcu yanı ağır basan bir Cumhuriyet kadını. O’nun sahiplendiği, bağlandığı değerler ve bunlarla yaşanan çatışma bir dönüşüme işaret ediyor.  İtirazını yükseltmesi de doğal; “Rantçılar benim anılarımı yıkamaz” .

Romanda bir gitme ve kalma meselesi var; yaşamdan ölüme, eskiden yeniye, memleketinden gurbete, ergenlikten yetişkinliğe… Kentin de dayattığı bu; evinde kalmak ya da oradan gitmek. Kutlu kalmaktan yana, çünkü direnmek gerekiyor. O, ömür boyu atkestanesi ağaçlarının olduğu yerde kalmak istiyor. Değişim, her zaman daha iyi olana gitmek demek değil, tıpkı üç kuşak yaşadıkları apartmanın kentsel dönüşümle yıkılması gibi. Gitmek Kutlu için basit bir karar ya da adım değil. Abisi ise onun tam tersine, bu dünyadan çıkılması gerektiğine inanıyor. Sanki içinde yaşadıkları, devam ettirdikleri düzen kötü kaderlerinin, talihsizliklerinin tek sorumlusu…

“Burada Kalmak” kendimize soracağımız pek çok soruyla baş başa bırakıyor, ama  ‘burada kalan’ olup olmama tercihinin ise sadece bizde olduğu gerçeğini anımsamamızı sağlıyor.

KÜNYE: Burada Kalmak, Sibel K. Türker, Can Yayınları, 2018, 240 Sayfa

DAHA FAZLA