"İlk ikisine göre koşullar çok farklı"

(İleri Görüş) İleri Haber yazarları, Suriye'deki savaşa "siyasi çözüm" bulmak amacıyla toplanan Cenevre-3'ü tartıştı. Öne çıkan vurgu, birinci ve ikinci Cenevre görüşmelerinden farklı olarak Esad ve Rusya'nın masaya inisiyatifi ele almış olarak oturduğu ancak görüşmelerden bir "siyasi çözüm" çıkmayacağı yönünde.

Emre Deveci: Suriye krizinde beşinci yıl geride kalmak üzere ve bu krize "çözüm" bulmak amacıyla Cenevre'de üçüncü kez görüşmeler yapılacak. Aslında görüşmelerin 1 Ocak'ta başlaması planlanıyordu ancak birkaç kez ertelendi. Hükümet tarafı görece rahat görünüyor ancak “muhalefet” tarafında ciddi belirsizlikler göze çarpıyor. Muhalefet adına kimlerin Cenevre'ye davet edileceği konusu uzun süre belirlenemedi. Ki hala belirsizlikler var. Bunun yanı sıra Riyad'da belirlenen “muhalefet heyeti” Cenevre'ye gitmek konusunda birkaç kez karar değiştirdi. Son olarak dün gideceklerini açıkladılar. Özellikle Suudi Arabistan ve Türkiye tarafından desteklenen cihatçı “muhalefet”in Cenevre'ye gitmek konusunda gönülsüz olduğu görülüyor. Bunun nedeni üzerine konuşarak başlayalım isterseniz.

1648'DEKİ WESTFALYA ANLAŞMASI'NDAN BU YANA...

Haluk Yurtsever: 1648'deki Westfalya Anlaşması'ndan bu yana, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir zamanda şu günlerde Cenevre'de olana benzer bir uluslararası konferans yapılmış mıdır? Bu soruyu sormanın yeri ve zamanıdır. Toplantı iki kez ertelendi. Üçüncü kez başlaması öngörülen zamanda başlamadı. "Temsil" ve katılım konuları hala açıklık/kesinlik kazanmış değil. Tuhaf bir toplantı bu. Cuma günü, toplantıya yalnızca BM temsilcileri ile Suriye hükümeti temsilcileri katıldılar. Sonra Suudi Arabistan'ın desteklediği "muhalefet" temsilcilerinin Cenevre'ye geldikleri duyuldu. Tarafların bir masa etrafında bir araya gelip gelemeyecekleri hala belli değil. Ya da ben bilmiyorum. Son durum nedir, tam olarak bilmiyorum. Zaten dünden bu yana Cenevre haberi birinci haber olmaktan çıktı. Akşam haberlerinde Rus uçaklarının Türkiye hava sahasını ihlal ettiği öne çıkan haberdi.

Suriye'nin BM Daimi Büyükelçisi Beşar Caferi ile BM Suriye Özel Temsilcisi Staffan de Mistura  

CENEVRE TOPLANTILARI ARASINDAKİ FARKLAR

Onur Emre: Ben öncelikle mevcut tabloyu ve önceki dönemde yaşanan gelişmeler, yapılan toplantılar ile şu sıralar toplanması beklenen Cenevre-3 arasındaki önemli olduğunu düşündüğüm farkı vurgulamak isterim. Çünkü bu fark bugün kim neden Cenevre'ye katılmak istemiyor yahut kim kimi niye istemiyor gibi soruların cevabına dair ipuçları da içeriyor. 

Biraz geriye gidelim. Cenevre'de yapılan ilk toplantının tarihi Haziran 2012. Bu toplantıda örneğin Şam hükümeti ve şimdi bir ciddi siyasal güce dönüşmüş Kürt tarafı yer almadı. Ayrıca, Esad hükümetine karşı savaşan İslamcı çeteler de ağırlıklı değil. Toplantıya katılan örneğin Avrupa Birliği ve Arap Birliği'nden temsilcilerin veya (Rusya-Çin dışında) ABD, Fransa, Türkiye, Katar, Kuveyt gibi ülkelerin tamamının hedefi Esad'ı devirmek ve Suriye'yi çetelerin eline teslim ederek kontrol altına almaktı. Esad'sız bir "geçiş hükümeti"nin nasıl oluşacağını tartışıyorlardı. 

2014 yılı Şubat ayında toplanan Cenevre-2'nin gündemi ve katılımı da büyük ölçüde aynıydı. Cenevre-2'ye Şam hükümeti ve muhaliflerin büyük kısmı katılım gösterse de tartışılan yine "Esad'sız geçiş hükümeti"ydi. 

Bu iki toplantı da sonuçsuz kaldı. Suriye'de emperyalist saldırıya karşı ayakta kalan direniş iki toplantının da başarısız olmasının asıl nedenidir. Elbette Rusya ve Çin'in Birleşmiş Milletler nezdinde itiraz göstermeleri de somut karar alınmasını engelledi.

Şimdiki tabloya baktığımızda, tüm uluslararası güçlerin kabul etmek zorunda kaldığı bir Esad gerçeği ve bölgede inisiyatif kazanmış bir Rusya var. Bunun yanında, dünyayı kana bulayan İslamcı terör ve artık devletleşmiş kabul edeceğimiz Kürt kantonları var. Dolayısıyla Cenevre-3 toplantıları çok farklı politik koşullarda ve büyük ölçüde değişmiş güç dengeleriyle toplanıyor. Sözgelimi artık kimse "geçiş hükümetinden bahsetmiyor". Bunun yerine Esad'ın da var olabileceği "birlik hükümeti" konuşuluyor.

Öyleyse kısaca özetleyelim:

Birincisi; Suriye'deki inisiyatif büyük ölçüde ABD'nin elinden Rusya'ya geçti. 

İkincisi; Esad hükümeti-Suriye ordusu direndi ve etki alanını, uluslararası meşruiyetini güçlendirdi.

Üçüncüsü; Kürtler bölgesel bir güce ve etkili bir orduya sahip önemli unsurlardan biri olarak varlığını gösterdi. 

Dördüncüsü; IŞİD gerçeği ABD, Avrupa ve muhaliflerin hem itibarını hem askeri etkisini zayıflattı.

Beşincisi; Türkiye, en önemli ve beklenti içinde olan aktör olmaktan çıktı ve söz hakkını büyük ölçüde yitirdi. 

Dolayısıyla yeni kriz dinamikleri ve politik ilişkiler Cenevre-3'ün kaderini belirledi diyebiliriz. Bu toplantıdan kimse bir beklenti içinde olamıyor haliyle.

Beliren kriz dinamiklerini görmek ve önümüzdeki döneme ilişkin tahminleri yapmak mümkün hale geldi.

E.D.: Haluk Ağabey'in dediği gibi, birçok belirsizlik devam ediyor ve bu haliyle Cenevre 3'ten bir "çözüm" çıkmasını neredeyse kimse beklemiyor. Basına yansıyan bilgilere göre görüşmenin şekli şöyle olacak: Pazartesi günü (yarın) hükümet ile "muhalefet" ayrı odalarda olacak ve BM Suriye Özel Temsilcisi De Mistura bu odalar arasında gidip gelerek görüşmelere aracılık edecek. Ancak Onur'un çizdiği çerçeveden devam edersek, Esad ve Rusya inisiyatif kazanmış olarak masaya oturuyor diyebiliriz. Ve sahada Suriye ordusunun ilerleyişi de sürüyor. Lazkiye kırsalı tamamen ordunun kontrolüne geçti ve cihatçıların Hatay-Lazkiye sınırındaki önemli lojistik merkezleri temizlendi. Sırada Hatay-İdlib sınırının kapatılması var. Kürtlerin de Afrin ile Kobane kantonları arasında kalan ve IŞİD ile çeşitli cihatçı grupların elindeki bölgeye taarruz hazırlığında olduğu yönünde haberler var. Suriye ordusu da Halep'in güneyinden kuzeyine doğru, yani bu bölgeye doğru ilerliyor. 

Sahada zor durumda olan cihatçıların Cenevre’de beklentisinin bir "çözüm" değil, umutsuz bir biçimde, Rusya ve Suriye ordusunu durdurmak olduğunu söyleyebiliriz. 

Bu bilgiler ışığında; Kasım ayındaki Viyana Konferansı'nda belirlenen 6 aylık geçiş hükümeti kurulması ve 18 ay içinde seçim yapılması yönündeki planın işlemesi mümkün mü? Değilse Suriye'de neler beklemeliyiz?

HY: Emre'nin söylediği son bilgiler, tuhaflıklar dizisinin sürdüğünü gösteriyor. Hükümetle muhaliflerin ayrı odalarda toplanacağı, ne kadar süreceğini, nasıl ilerleyeceğini, konuşulacakların gerçek yaşamda herhangi bir sonucu olup olmayacağını hiç kimsenin bilmediği, bir tür diplomatik güç gösterisi olduğunu herkesin bildiği bir toplantı bu. 

Neden böyle? Çünkü, konferans ne temsil, ne gündem, ne de güç ilişkilerinin verili durumu bakımından herhangi bir çözüm ya da yöntem aracı olacağa benzemiyor.

Onur, dünden bugüne Cenevre toplantıları sürecini ve bugün gelinen yeri özetlemiş oldu. Ben, bu özetten çıkarak iki saptama yapabileceğimizi düşünüyorum. Birincisi, güç dengeleri neredeyse aylar itibariyle değişiyor. Zemin oynak, hatta kaygan. İkincisi, Ortadoğu süreçleri "en son durumu" değişmez veri sayarak çözümleme yapmanın yanıltıcı olabileceğini gösteriyor. 

Öyleyse, Ortadoğu'da, özellikle de Suriye topraklarında sürmekte olan savaşın içeriği ve tarafları ile ilgili genel bir değerlendirmeden başlamak bana daha doğru olacak gibi geliyor.

Sözde Suriye "muhalefeti", Suudi Kralı Salman'un huzurunda

IRAK VE SURİYE KÜRESEL BİR SAVAŞIN TATBİKAT ALANI

Bence, Cenevre Konferansı'nın tuhaf bir tiyatroya dönüşmesinin esas nedeni, Irak ve Suriye'nin yeni türden bir emperyalist paylaşımın, büyük güçler arasındaki küresel bir savaşın "tatbikat" alanı olmasıdır. 24  Kasım'dan sonra bütün büyük emperyalist devletler, savaş gemileriyle, füzeleriyle oradalar. Bloklar genel çizgileriyle belli olmuş durumda. Bir tarafta, ABD, AB, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye öte yanda Rusya, İran, Suriye hükümeti ve bu bloka işin içine doğrudan girmeden destek veren Çin var. Öte yandan bloklar da stabil değil.

ABD HEGEMONYASINDAKİ GERİLEME MÜTTEFİKLERİNİN ÖZERK DAVRANMALARINA YOL AÇIYOR

ABD, hem hegemonyasındaki gerileme nedeniyle, hem de birkaç yıl önce askeri stratejisinin öncelikli alanını Pasifik olarak revize ettiği için Ortadoğu'ya doğrudan müdahale etmekten şimdilik uzak duruyor. İran'la uzlaşmanın sağlandığı Viyana anlaşması ve ertesindeki gelişmeler ABD'nin İran'a karşı "yumuşak gücü"nü kullanmaya ağırlık vereceği izlenimi doğuruyor. Rusya'yla IŞİD karşıtı işbirliğinin, öteki yüzünde, Obama'nın açıkça söylediği gibi, ekonomik araçları da kullanarak, Suriye'yi Rusya'nın bataklığı yapma hesapları da var. Öte yandan, ABD hegemonyasındaki gerileme, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi müttefiklerinin görece özerk davranmalarına, emri vakiler yapmalarına yol açıyor. 

Özetle, kaotik durum sürüyor. Cenevre'nin sorunu bu. 

ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMİN KRİZ BAŞLIKLARI

O.E.Y: Katılıyorum. Kaotik durum sürüyor. Hatta biraz daha fazlasını söyleyebiliriz. Ortadoğu'daki karmaşanın yakın dönemde ortadan kalkması pek mümkün görünmüyor. Dün yaşanan; Rus uçağının Türk hava sahasını ihlal ettiği iddiası veya PYD'nin Cenevre kararlarını tanımayacağını söylemesi de bunun göstergesi. Dolayısıyla Cenevre-3'ün başlangıçta tükenen bir girişim olduğu söylenebilir. Zaten, Kürtlerin olmadığı bir masada alınacak kararların uygulanmasında ciddi sıkıntılar olur. 

Bunların dışında, (1) ABD ve Avrupa emperyalizminin mutlak hakimiyetinin Rusya tarafından zayıflatılması, (2) Suudi destekli İslamcı muhalefetin Esad'ı kabul etmemek konusundaki ısrarı, (3) Türkiye'nin Rojava yönetimine karşı pozisyonunu koruması, önümüzdeki dönemin kriz başlıkları olacak ve bana göre öyle üç beş haftada değişecek bir durum değil.

Geçtiğimiz Kasım ayında Viyana'da alınan kararların, mesela ateşkes sağlanması, yeni bir anayasa oluşturulması ve 18 ay içinde seçim yapılması gibi kararlar da uygulanamaz bu durumda.

AKP'nin bastırarak Kürt tarafını dışarıda bırakmasının da çok uzun sürdürülebileceğini sanmıyorum. Ya da şöyle söyleyelim, bu durumun devam etmesi, savaşın da devam etmesi anlamına gelir ve tarafların daha fazla netleşmesi gibi bir sonuç doğuracaktır.

Kimi gelişmeleri tahmin edebiliriz kanımca. Bunlardan bir tanesi Irak Kürdistanı'ndaki Kürt devletinin kuruluş sürecini hızlandırmak olacaktır. Türkiye'de devlet ve Kürt hareketi arasında süren savaşın kaderini de Suriye'deki tablo belirleyecek.

E.D.: Evet, Suriye krizinin Kürtler boyutunu değerlendirerek sohbeti tamamlayalım isterseniz. Hem Rusya'nın hem de ABD'nin meşru gördükleri ve ilişki kurmaya çalıştıkları bir güç olarak PYD'nin Cenevre'ye davet edilmesi bekleniyordu. Sahadaki güçleri ve geniş bir bölgeyi kontrol altında tutmaları da bu beklentiye neden oluyordu. Ancak PYD davet edilmedi. Barzani'ye yakın Kürt Ulusal Konseyi, sahada güçlü olmamasına rağmen, Riyad'da belirlenen heyet içinde yer aldı. Bu gelişmelere paralel olarak, YPG yetkilileri Cenevre kararlarını tanımayacaklarını söyleyip Cerablus-Azez bölgesine geniş çaplı taarruz yapacaklarını duyurdu. Türkiye ise böyle bir operasyona izin vermeyeceğini söylüyor.

Haluk ağabey, sizin bu konudaki değerlendirmenizle bitirebiliriz.

PYD'NİN DAVET EDİLMEMESİ VE RUSYA-PYD İLİŞKİLERİ

HY: Erdoğan'ın dayatması, Riyad'ın desteklemesi ve ABD'nin biraz önce kaydettiğim nedenlerle bu baskıya direnmemesinin sonucu olarak PYD toplantıya çağrılmadı. PYD'nin de içinde olduğu Suriye Demokratik Meclisi, Salih Müslim çağrılmazsa kendilerinin de toplantıya katılmayacaklarını açıkladı. Rusya, Kürtler olmadan karar alınamayacağını bildirdi. Bunlar bir yana, konferansa katılmak ya da katılmamak bu aşamada Rojava ve Cerablus'taki güç ilişkilerini değiştirmeyecek. Tersine, PYD'nin konferanstan dışlanması Rusya-PYD ilişkileri açısından yeni gelişmelere gebe. "Kürtlerin tek temsilcisi PYD değil, Konferans'ta Kürtler temsil edilecek" sözlerinin de gerçeği değiştirme gücü yok. PYD dışında da Kürtler var kuşkusuz. Ama soru tersinden sorulduğunda, tartışmasız yanıt, PYD'nin Suriye Kürtlerinin en büyük temsilcisi olduğudur.

ROJAVA EMPERYALİST GERİCİLİK İÇİN KÖTÜ ÖRNEK, EVCİLLEŞTİRMEK İSTİYORLAR

PYD ve Rojava konusunun iki boyutu daha var. Birincisi, Rojava, emperyalist gericilik için kötü örnektir. Onlarca İslamcı/cihadist örgütün cirit attığı bir coğrafyada seküler ve etnik çoğulcu bir siyasal örgütlenme istenmiyor. Rojava'ya ilgileri bu örneği evcilleştirerek tehlike olmaktan çıkarma amaçlıdır. İkincisi, Sykes-Picot'tan yüz yıl sonra, Ortadoğu'da sınırların yeniden çizilmesi ve Kürt devletleşmesi gündemdedir. Eldeki veri ve işaretlerden, başta Rusya ve ABD, büyük güçlerin Suriye ve Irak'tan üç devlet ya da devletimsi çıkarmakta anlaştıklarını anlıyoruz. Somut biçimini, Kürdistan'ın hangi parçalarını içine alacağını bugünden bilemesek de Kürt devletleşmesine kimin önderlik edeceği, kimin hegemon olacağı büyük bir mücadelenin konusudur. ABD, İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan'ın tercihleri Barzani önderliğidir. Rojava'nın, Kobane'nin Türkiye'deki savaşı kızıştırmasının en önemli nedenlerinden biri budur. Kürdistan'ın ekonomik, toplumsal, kültürel olarak en gelişmiş olduğu parçası Türkiye Kürdistanı'dır. En büyük Kürt nüfusu da buradadır. Dolayısıyla Onur'un formülasyonuna katılarak bir ekleme yapmak kanımca doğru olur: Türkiye'de süren savaşın kaderi Suriye'deki gelişmelere bağlı olduğu gibi, oradaki savaşın ve Ortadoğu'nun kaderi Türkiye'deki gelişmelere bağlıdır.