Hayatı ve üç romanı üzerinden ölümünün 50. yılında John Steinbeck

Hayatı ve üç romanı üzerinden ölümünün 50. yılında John Steinbeck

Ölümünün üzerinden elli yıl geçse de Steinbeck’in eserleri güncelliğini hala korumakta, bize dünyayı, insanları anlamak adına önemli bir kaynak oluşturmaktadır. O’nu anlamak için ise yazın hayatında önemli bir yer tutan Cennetin Doğusu, Bir Savaş Vardı ve Sardalye Sokağı adlı eserleri ile tanışmak, onlara daha yakından bakmak gerekiyor.

Gökçesu Özgül

John Steinbeck, ırgat bir ailenin çocuğu olarak 27 Şubat 1902 tarihinde California’nın Salinas kentinde doğdu. Babası Prusya, annesi ise İrlanda göçmenidir. Çocukluğundan itibaren okuldan arta kalan zamanınında Salinas Vadisi’ndeki çiftliklerde çalıştı. Yapıtlarının pek çoğunda mekan olarak burası seçilmiştir. Steinbeck çok küçük yaşlardan itibaren yazar; yazmayı meslek olarak seçmeye karar verdiğinde henüz on dört yaşındadır.

1919 yılında Stanford Üniversitesi’ne kaydoldu ve burada sadece yazarlık için kendisine fayda sağlayacak dersleri aldı. Burada geçirdiği altı yıl içinde tezgâhtarlık, ırgatlık, marangozluk, laborantlık, boyacılık, kapıcılık ve benzeri işlerde çalışarak hayatını kazandı. İşçilerin hayatını, birbirleriyle olan ilişkilerini kusursuz bir şekilde ele almasında kendi yaşam tecrübesinin önemli bir etkisi vardır.

Üniversite eğitimini tamamlayamadan New York’a gidip gazetecilik yapmayı denese de yazdıklarını yayınlatamaz ve California’ya döner. 1929 yılında Korsan Henry Morgan’ın hayatını anlatan Altın Kupa’yı yayınlar ancak eser pek de ilgi görmez. Steinbeck’in dikkat çekmesi 1935 yılında Yukarı Mahalle’nin yayınlanması ile olur. Geniş kitlelere yayılan ilk önemli eseri, California yaşamını, Meksika asıllı Amerikalıları anlattığı Yukarı Mahalle’dir. Ardından sırasıyla, hepsi artık birer klasiğe dönüşmüş ve hepimizin iyi bildiği, Kaliforniya’daki tarım işçilerinin grevini anlatan Bitmeyen Kavga (1936); Fareler ve İnsanlar (1937) , (Pulitzer Ödülü de kazanan) Gazap Üzümleri (1939) gelir. Kariyerinin en önemli yapıtlarından biri kabul edilen Bitmeyen Kavga (1939) ile “kızıl”lar listesine alınır.

Gazap Üzümleri ile, Büyük Buhran yıllarında göçmen tarım işçilerinin yaşadığı büyük sefalet ile yüz yüze geliriz.

İkinci Dünya Savaşı cephelerinde mu­habirlik yaptı, Almanlara karşı direnen Norveçlilerin öyküsünü Ay Battı’da (1942) anlatır. Daha sonra tekrar Kaliforniya’yı yazmaya devam eder: Sardalya Sokağı (1945); Aşk Otobüsü (1947); İnci (1947); Alev (1950); Cennet Yolu (1952); Tatlı Perşembe (1954); Pippin IV’ün Kısa Süren Salta­natı (1957); son romanı olarak kabul edilen Mutsuzlu­ğumuzun Kışı (1961). Yazar 1962 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü de alır. Steinbeck pek çok önemli yapıtın, yazmaya adanmış bir hayatın ardından 20 Aralık 1968 tarihinde yaşama veda eder. Ölümünün üzerinden elli yıl geçse de Steinbeck’in eserleri güncelliğini hala korumakta, bize dünyayı, insanları anlamak adına önemli bir kaynak oluşturmaktadır.

Steinbeck gözlemlerini ve deneyimlerini gerçekçi bir üslupla yazıya döker. Belki de en önemli özelliği budur; toplumsal gerçekliğin detaylı bir gözlemi üzerine kurulu, olduğu gibi gerçeğin aktarılmasıdır.1 Steinbeck’in tezgahtar, duvarcı, boyacı ve benzeri işler yaparak edindiği tecrübeler işçilerin hayatına dair kuvvetli gözlem yapabilmesini ve aktarmasını sağlamıştır. O ağırlıklı olarak emekçilerin gündelik yaşamlarını, içinde yaşadıkları koşulları, karşılaştıkları zorlukları, mücadelelerini anlatır. Böylelikle yaşadığı çağın en önemli konularına da temas eder. Büyük Buhran döneminde ve sonrasında, Amerika’nın yok sayılanlarını, kültürler arası çatışmalarda kimlik krizi yaşayanları, en çok Meksikalı göçmen işçileri, yoksulları, işsizleri, anlatır. Arkadaşlık, yalnızlık, yabancılaşma, manevi erozyon kavramlarını bu kimselerin hayatları ve ilişkileri üzerinden bazen ironi ile bazen de sert bir üslup ile işler. O, çok yönlü bakmayı bilen ve pek çok konuda yazabilen biridir. Kimi kez de zenginlerin hayatını, hatta Kral Arthur efsanesini ele alır.

Dünyayı anlamaya çalışıp, baskı ve sömürü karşısında direnmeyi, mücadele etmeyi öğrenirken Bitmeyen Kavga ve Gazap Üzümleri biz okuyuculara yoldaşlık eder… Gazap Üzümleri’nde tarım işçilerinin karşı karşıya kaldığı sömürü, patronlarından gördüğü zalimane tavır, insanlık dışı çalışma şartlarını anlatır. İş ve aş bulma hayalinin peşinde, yaşadıkları yeri terk etmek zorunda kalan yüzlerce aileden biri olan Jod ailesi, aynı hayali paylaşan diğerlerinin onlara duyduğu nefret ve hepsini sömüren tarım ekonomisi… Romanı kaleme alması şahsen tanıklık ettiği bir işçi kampı üzerine olmuştur. Asıl etkileyici olan anlattıklarının bizi gerçeğin soğuk yüzü ile karşı karşıya getirmesidir. Bu koşullara itirazın hapis ya da ölüm cezası ile karşılık bulduğu ABD demokrasinin de nasıl bir aldatmaca olduğunu gözler önüne serer.2  Gazap Üzümleri'nin 1940’da filmi de çekilecektir. Steinbeck Gazap Üzümleri’ni yazmasaydı Amerika’da göçmenlerin içinde yaşadığı koşulları kimse görmeyebilirdi.3

Mektuplarda Bir Yaşam ile Steinbeck’i yakından tanıma imkanı buluruz. Kitap ilk mektuplarından başlar ve en sondakilere kadar uzanır. Kitabın hazırlığı Steinbeck’in ölümünden sonra başlar. Eşi Elaine Steinbeck ve Robert Wallstein ulaşmalarının mümkün olduğu herkesten yazara ait mektupları isterler. Bu çaba tahminlerin ötesine geçerek bin sayfalık bir kitabın ortaya çıkmasına sebep olacaktır. Zira sosyal yanının çok kuvvetli olmamasına ve tam yazma sevdasına bağlı olarak , Büyük Buhran’ın yol açtığı ekonomik koşulların da etkisi Steinbeck iletişimini mektupla sürdürmeyi tercih etmiştir.4

Steinbeck müziğin matematiğinden ve formlarından yararlanarak yazdığını söylemiş; yazı masasının yanında Çaykovski'nin, Stravinski'nin plaklarının olması bundan olsa gerek.5 Steinbeck hala dünyayı anlamak için bize ışık tutar çünkü anlattığı bizim hikayemizdir.

O yirminci yüzyılın en önemli yazarlarından biridir. Bir yazarın başına gelebilecek her şeyi o da yaşar; kitapları yakılır, yasaklanır, milyonlarca kopya satar, klasikler arasına girer.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayıyla yıllardır liselerde okutulan ve 100 Temel Eser arasında yer alan John Steinbeck’in kült eseri “Fareler ve İnsanlar”, İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından sakıncalı bulunmuştu.6 Kitabın 1930’larda yazıldığını hatırlatmak gerekir. Arthur Miller, onun için “Mark Twain hariç, ülkenin siyasî yaşantısına böylesine derinden nüfuz eden onun gibi başka bir yazar aklıma gelmiyor,” der.7

'BUGÜNE KADAR YAZDIKLARIM, BU KİTAP İÇİN BİR HAZIRLIK NİTELİĞİNDEYDİ': CENNETİN DOĞUSU

Cennetin Doğusu için; “Bugüne kadar yazdıklarım, bu kitap için bir hazırlık niteliğindeydi” diyor Steinbeck. Salinas Vadisi Steinbeck’in doğduğu, çiftliklerinde çalıştığı yer olması sebebiyle yazar açısından önem taşıyor. Annesinin İrlanda’dan göçmeni olmasını Sam Hamilton’da yaşatır. Cennetin Doğusu bireyin, zihnin önemini gözler önüne serer.

Yarattığı olay örgüsü ile romana oldukça kuvvetli bir iskelet oluşturuyor. Eserdeki karakterler ise oldukça dikkat çekicidir. İki aile Kuzey Kalifornia’da bulunan Salinas Vadisi’nde bir araya gelirler. 656 sayfalık Cennetin Doğusu, 1800’lerin sonundan başlar ve iki ailenin birkaç kuşak hikâyesini aktarır. Onların hikayesinde iyilik ve kötülük arasındaki ezeli ve ebedi çekişmeyi yorumlar. Kötülüğün kader olup olmadığını sorgular ve bunu yaparken de Kutsal kitapların mitleri, metaforlar ile buluşturur anlatısını. Kaderlerinin beklenmedik bir şekilde bir araya getirdiği Trask ve Hamilton aileleri sanki Cennet’ten kovulmayı, Habil ile Kabil’in yaşadıklarını tekrarlamaktadırlar.

“Önce kızıl dereliler vardı. Sonra keşif yapan kuru İspanyollar geldiler. Aç gözlü ve gerçekçiydiler. Bütün tutkuları altın yada tanrıydı. Mücevher toplar gibi toplarlardı insan ruhlarını. Dağlara, vadilere,ufuk çizgisi çizip sahiplendiler. İspanyollar bütün kıyıları tedirgin, tedirgin dolaştılar. Bazıları kendilere verilen topraklara yerleştiler.bu topraklar hakkında hiçbir bilgileri yoktu sadece bu toprakları İspanyol’ların verdiğini biliyorlardı. Topraklara yerleştiler, serbestçe dağılıp çoğaldılar. Hayvan sürüleri vardı. Sürüleri derileri ve yağları için kestiler ve gerisini akbabalara bıraktılar. İspanyol’lar geldiklerinde; gördükleri her şeye isim vermek zorunda kaldılar. Bu her kaşifin göreviydi ve ayrıcalığıydı. Elle çizdiklerini haritaya dökmeden önce her şeyi adlandırmak zorundaydılar. Bu işi yapanlarda dindar adamlardı ve okuması, yazması vardı hepsinin. Bu yüzden bulunan ilk yerler, azizlerin yada konak yerlerinde kutladıkları günlerin adını aldı. Sonra ise bayramlar gelirdi. Daha sonra keşfedilen yerler ise; hayvanların, kuşların ve bitkilerin adını aldı. Daha sonra Amerika ’lılar geldi; onlar İspanyollardan daha da açgözlüydüler çünkü; daha kalabalıktılar. Toprakları ele geçirerek yeni yasalar koydular ve çiftlikler her yana dağıldı. Önce vadilere, sonra dağ yamaçlarına daha sonrada nerde biraz su çıksa oraya yerleştiler. Daha sonra ayak izleriyle oluşan patikalarda iki kişilik arabaların tekerlek izleri yer aldı.yolculuk yapılan yolların üstüne on milde bir bakkal ve nalbant dükkanları oluştu ve daha sonra küçük kasabaların çekirdeği oldular.” “Hamiltonları size anlatırken; eski hikayeleri, söylenenleri, fotoğrafları, bulanık ve içine masal karışmış anılara dayanarak anlatacağım. Bunlar önemli kişiler olduğundan haklarında; doğum, evlenme, tapu senedi ve ölüm gibi şeylerin dışında bilgilere ulaşılamıyor. Genç Samuel Hamilton, kuzey İrlanda’dan gelmişti, karısı da öyleydi. Hamiltonlar oldukça okumuş insanlardı. Çok büyük kişilerden, çok önemsiz küçük kişilerden de akrabaları varmış. Yeğeninin biri baron, diğeri ise dilenciymiş.” Samuel‘in üzerinde hep bir yazarlık vardı. Beklide sesinin edasından kaynaklanıyordu. Dostlarına, arkadaşlarına, akrabalarına da anlatılmayacakları bile Samuel ‘e anlatırlardı. (…)”

Vadi insanda olan ve olabilecek her türlü duygunun da yeşerdiği bir yer olur; aşk, nefret, kıskançlık, hırs, sadakat, tembellik, zeka, saf iyilik, adanmışlık, saf kötülük… Zaman zaman övgü zaman zaman da yergi ile Hamilton ve Trusk’ların nesiller boyu devam eden hikayelerine tanıklık ederiz. İyinin ve kötünün ezelden gelen, bitmek bilmez savaşı vardır merkezde. Bunlar kaderimizde var mıdır yoksa nasıl olacağımıza biz mi karar veririz?

Adam Samuel ve Çinli uşak Lee Habil ve Kabil’in hikayesini tartışırlar. Kabil kötülüğe hakimi olacak mıdır? Lee’ye göre kullanılan ifadeden Kabil’in kötülüğü alt edebileceği sonucu çıkar. Incil’deki açıklama ile yetinemeyince Lee bu kez Tevrat’a yönelir. Tevrat ise “yapabilmekten” bahseder; insanın seçimine bağlıdır.8 Steinbeck, Habil ve Kabil hikayesi üzerinden bize özgürlüğümüzü hatırlatır; yapmamak da elimizdedir. Belki ikizlerin annesi Kate’nin iyiliği tercih etmemesi de bu yüzdendir.

Sam Hamilton, Cathy, ikizler, Lee, Adam Trask eserin en önemli karakterleridir. Eylemleri ve seçimleri bize hep irade ve kaderle ilgili aynı soruyu sordurur.

Buradaki Sam Hamilton karakteri tıpkı Viva Zapata!’nın Zapata’sı gibi cesur bir karakterdir; yenmeyecek olsalar da başkaldırmayı bilmişlerdir.

KÜNYE: Cennetin Doğusu, John Steinbeck, Çevirmen: Roza Hakmen, Sel Yayıncılık, Eylül 2017, 656 Sayfa.

*****

ACININ İÇİNDEN: BİR SAVAŞ VARDI

John Steinbeck, 2. Dünya Savaşı sırasında savaş muhabiridir. Bu dönemde Avrupa ve Afrika’dan yazdıkları onun kişiliği ile ilgili çarpıcı noktaların anlaşılmasına da olanak verir. İnsanları seven, savaşın ortaya çıkardığı acıları içinde hisseden yazar, duygularına ortaklık ettiği insanları anlatır.9 Savaşın bilinmeyen yanlarını, ona can yakıcı niteliğini veren tüm detayları anlatır. Onun dikkatini çeken şey insanların ruhsal durumu ve savaşa karşı geliştirdikleri direnç mekanizması. Zamanını erlerle, gündelik işlerden sorumlu gemi mürettebatı ile geçiriyor. Onun yazdıklarını diğer savaş muhabirlerinkinden ayıran da bu olsa gerek. Ön plana çıkardığı şey savaşın meydana getirdiği ruh hali. Belki de pek çoğu yaşadığı yeri hiç terk etmemiş gencecik askerlerin, nereye gittiğini bile bilmedikleri bir gemide yol almaları… "Bu gemide askerleri birer birey olarak ele almak olanaksız. Dikey olsun yatay olsun, her biri 1.80'e 1.00 metrelik yer kaplayan birer eşya”

O, savaşa, içinde bulunulan koşullara askerlerin gözünden bakar. “Yazdığım olayların hepsi gerçektir. Gerçek olan, benim yazmadığım olaylar da vardır. Çeşitli nedenlerden yazamadım onları… Askeri güçler, gazeteler birer baskı grubuydu. Baskı gruplarının en güçlüsü kimlerden oluşmuştu, biliyor musunuz? Savaşsever sivillerden, Stork Club’ün, Time ve The New Yorker dergilerinin savaşmayan komandolarından.”

Kitap, Steinbeck’in New York Herald Tribune gazetesine 1943’de yazdığı makalelerin bir derlemesidir. Kitabın aynı zamanda özel hayatında hüküm süren karmaşadan uzaklaşmanın etkisinde yazılmış olduğu da söylenebilir.10 “Askerler Londra'da geçit törenine katıldı; giydirilmiş makineler gibiydi hepsi: Heybetli, tüfekleri gibi dimdik (...) Daha düne kadar kasap, memur, veznedardılar. Ama artık kahramanlar. Birbirini tutmayan adımlarıyla yüce bayraklarının ardından ayaklarını sürüyerek yürüyorlar”.

Norbert Schultze ve Hans Leit tarafından yazılan 'Lilli Marlene' adlı şarkıya da değiniyor yazar: “Savaş şarkılarının savaşa dair olması, savaşı anlatması şart değil ki. Zaten savaş şarkılarının çoğu kadınlara ve aşka dair (…)”. Ölmek, yaralanmak askerlerin zihninde en çok yer tutan düşüncelerdir; “İlk kurşunla yaralanmak vardı. İlk kurşunla ölmek vardı. Bir de ilk kurşunun kendisine hiç değmemesi vardı. En iyisi de buydu galiba. Sonra ölmek yaralanmaktan, uzun süre acı çekmekten daha iyiydi’”.

KÜNYE: Bir Savaş Vardı, John Steinbeck, Çevirmen : Elif Ersavcı, Sel Yayıncılık, Nisan 2015, 238 Sayfa.

*****

İNSANLIK ÜZERİNE: 'SARDALYE SOKAĞI'

Yaşamının önemli bir bölümünü geçirdiği “Monterey” , Steinbeck’in Yukarı Mahalle, Sardalye Sokağı ve Tatlı Perşembe romanlarının ortamıdır aynı zamanda.11 Monterey Polis Müdürlüğü’nün tutanaklarından yola çıkarak yazdığı “Yukarı Mahalle”, “Sardalye Sokağı”nın dünyasında gelişir. Sardalye Sokağı, Steinbeck’in Yukarı Mahalle ile başladığı “California” üçlemesinin ikinci kitabıdır. 1954’te yayımlanan Tatlı Perşembe romanında Sardalye Sokağı ile tekrar buluşuruz.

Sahip olduğu keskin çizgisi ise savaş ile beraber değişmeye başlar. Bu geçiş 1945 yılında yazdığı Sardalye Sokağı ile başlar. Kitap, yazarın en önemli kitaplarından sonuncusudur.

1930’ların Amerikası’nda konservecilik önemli bir yer tutar. Sardalye Sokağı ise sadece fabrika işçilerinin değil, sanatçıların, fahişelerin, sokak serserilerinin, bilim insanlarının birlikte yaşadığı bir yerdir. California’daki bu sokağın tüm gerçekliği, en renkli yanları ile romanda hayat bulur. Sokağı sokak yapan karakterler de onun kadar renklidir. Mack kendisi gibi düzenli bir hayatı, sisteme dahil olmayı kabul etmeyen bir aylaklar takımına dahildir.12 Sardalye Sokağı ile Tatlı Perşembe’deki Doc, Gazap Üzümleri’ndeki Casey, Cennetin Doğusu’ndaki Lee karakterine de esin veren Ed Ricketts ile deniz canlılarını, omurgasızları gözlemleyerek elde ettikleri ile insanları işledi. “Görmek” önemli olduğundan olsa gerek Sardalye Sokağı bir “delik” ile açılır.

Sardalye Sokağı'nda karmaşa hüküm sürmektedir. Macera, muziplik ve gerçek hayatın zorluklarıyla örülü hayatı bir yerinden yakalamaya çalışan insanlar. Büyük Buhran dönemi, balıkçılık endüstrisinde çalışan yoksul insanların yoksul mahallesi (California Monterey’deki Cannery Row olarak bilinen sokak)… Deniz biyoloğu Doc, işsiz ressam Henri, bakkal Lee Chong, aylak takımının lideri Mack ve genelev işletmecisi Dora; bu kişiler üzerinden sokaktaki ilişkileri anlatır Steinbeck.

Sardalye Sokağı da tıpkı Yukarı Mahalle ve Tatlı Perşembe gibi mizah öğeleri ile örülüdür. Sıkı bağlarla birbirine bağlanmış, aynı sefalet girdabının içinde birlikte dönen bir grup arkadaşın hikayesi vardır burada. Küçük mahallelerinde, kendi alanlarında saklanıp, hayatlarının sonuna kadar içki içip eğlenceye kendilerini vurarak zaman geçiren, kaderinde kaybetmek olan insanlar.

Saflıkları genellikle en değer verdiklerine bile zarar getirir. Ancak onlar bildiğimiz serserilere benzemezler. İçinde bulundukları sisteme dahil olmayı da red ederler.13 Çalışmak, kazanmak gibi gayeleri yoktur. Zaten içki içmek ve birbirlerine takılmak dışında bir şey de yapmazlar. Birbirlerini kırmadan, hayatı paylaşmaktan başka bir şey yapmazlar. Üzerine anlaştıkları şey de budur. 

“sardalye sokağı bir araya toplaşanlar ve sağa sola saçılanlar, teneke, demir, pas, parçalanmış tahta, delik deşik kaldırım, yabani ot bürümüş arsa, hurda öbekleri, duvarları oluklu levhadan konserve imalathaneleri, gürültülü, pis meyhaneler, lokantalar ve geneleveler, küçük, tıklım tıkış bakkallar, laboratuvarlar ve gariban otelleri. sokağın sakinler, adamın birinin bir keresinde dediği gibi “fahişeler, pezevenkler, kumarbazlar ve orospu çocukları”; bununla kastettiği şey, herkes. adam bir başka gözetleme deliğinden baksaydı, “azizler, melekler, şehitler ve mübarek adamlar” diyebilirdi ve aynı şeyi kastetmiş olurdu.” 

Steinbeck, paradan çok insanlığa, sevgiye ve arkadaşlığa değer veren insanların gözünden dünyayı resmeder.

Doc, deniz canlılarını araştıran bir biyologdur. Bu canlıları toplar ve diğer araştırma kurumlarına ve müzelere gönderir. Sakin, bilge bir yanı vardır. İyi kalpli bir adamdır ve yalnızdır.

Olaysız, başı sonu olmayan bir hikaye vardır karşımızda. Neredeyse tek olay mahallelinin Doc’a düzenlemeye çalıştığı doğum günü partisi. Basit olsa da ilişkileri, dayanışması sağlam, neşesi bol bir alem burası. Toplumun reddettiği, görmeyi bile kabul etmediği insanlarının en derin özellikleri ile buluşturur bizi. Bunları çok iyi bilir zira kendi hayat tecrübesi de onlarınki ile kesişmiştir.

“Sabahın erken saatleri Sardalye Sokağı’nda bir sihir gibidir. Ortalığın ağarıp da güneşin doğmasına yakın sokağı saran grilik içinde bir ışığa asılıdır sanki. Sokak fenerleri bir bir söner; arsaları bürümüş otlar yemyeşildir. Balıkhanenin üstündeki oluklu saçlar platinleşmiş ya da eski kalayların buğulu rengine bürünmüştür. Otomobiller daha çıkmamıştır. Sokak işten ve hareketten âzâde, sessizlik içindedir. Sardalye yapımevlerinin direkleri arasında çalkalanan dalgaların çırpınışları, iç çekişleri işitilir. Bu büyük bir sessizlik, işsizlik ve dinlenme anıdır. Kediler tahta parmaklıklar üzerinden aşıp balık başlarının peşinden akıp giden bir sürü gibi sokağa yayılırlar. ” “Lee Chong’un bakkal dükkanı hiçbir zaman derli topluluk örneği olmamakla beraber çeşit bakımından eşi menendi yoktu. Yeri küçük, eşyaları tıklım tıklımdı ama, o bir tek odanın içinde elbise, taze ve konserve yiyecek, içki, tütün, balıkçılık takımları, kazıklar, ipler, kasketler, domuz etleri, özetle yaşamak ve mutlu olabilmek için aranan her şey bulunurdu.”

Lee Chong’un kiraya vermesi ile Mark ve avenesi bir eve kavuşur; romanın en önemli mekanlarından “Sefalet Palas”: “Mack avenesiyle eve taşınırken balık yemleri de dışarı çıkıyordu. Bu olaydan sonra buraya "efalet Palas ve Lokantası"adını kimin taktığı bilinmiyor. ” “Sefalet Palas öyle birdenbire gelişmedi. Aslına bakarsınız Mack, Hazel, Eddie, Hughie ve Jones oraya taşındığı zaman buraya; kendilerini yağmur ve rüzgârdan koruyacak, her yer kapandıktan sonra sığınacak bir dam altından ya da başka yerde yüz bulmayıp, hoş karşılanmadıkları zaman gelinecek bir yerden başka gözle bakmıyorlardı. O zamanlar Palas zaten upuzun, tamtakır bir yerdi.”

KÜNYE: Sardalye Sokağı, John Steinbeck, Çevirmen: Püren Özgören, Sel Yayıncılık, Tekrar baskı Ekim 2018, 191 Sayfa.

1 https://www.wannart.com/sonsuz-tasvirlerin-yaraticisi-john-steinbeck/

6 https://kulturvesanathaberleri.wordpress.com/tag/izmir/ 3 Aralık 2012’de toplanan İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü Kitapları İnceleme ve Değerlendirme KomisyonuKomisyon Milli Eğitim Bakanlığı’nın onayıyla yıllardır liselerde okutulan ve 100 Temel Eser arasında yer alan kitabın bazı sayfalarının “ahlaki olmayan” bölümler içerdiğine karar vererek, Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurdu.

10 Asuman Kafaoğlu Büke13/03/2009 Tarihli Radikal Gazetesi Kitap Eki

DAHA FAZLA