'Gergedan'lar yaratan dünyamıza…

'Gergedan'lar yaratan dünyamıza…

Öyküler gerilimli, taşınması ağır konuları içeriyor; tıpkı içinden geçtiğimiz dönem gibi… Mine Söğüt çok öfkeli, aileye, devlete, dinin sömürü olarak kullanılmasına… Bu öfkeye ve yarattığı isyana, teslimiyete, insanı kahreden çaresizliğe de uygun bir anlatı bu. Kafalarımızın, duygularımızın her gün iğdiş edildiği, şimdiye kadar insanlığın yarattığı -çoğunun bedeli kan olmuş- insani her şeyin baş aşağı geldiği bu dönemi bilinç akışları ve sayıklamalar gibi anlatmasan nasıl anlatırsın?

Zübeyde Duran

Gazetecilikle başlayan, daha çok yazarlıkla devam eden üretken bir sanatçı olan Mine Söğüt’ün son kitabı “Gergedan – Büyük Küfür Kitabı” adıyla kitapçılarda. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan ve Bahadır Baruter’in çizimleriyle renklenmiş kitap 16 öyküden oluşuyor. Tek tek öyküler üzerinde durmadan kitabı genel olarak ele almayı tercih edeceğim.

Kitaptaki öyküler dört bölüme ayrılmış ve her bölümün başında kısa şiirler var. İlk bölüm kadın cinayetlerini, kadına yapılan eziyetleri içeriyor. Aile ve toplum tarafından hayatları karartılmış, hatta ellerinden alınmış kadınlar…

İkinci bölümde karşıtlıkların iç içeliği, yaşam halleri içinde iyi-kötü, yaşam-ölüm, dışına uzamak-içine kıvrılmak, inanç-inançsızlık, aynı anda yaşanan karşıt durumlarla insanın, toplumun durumu ve duruşları…

Üçüncü bölüm AKP Türkiye’sinin yarattığı yıkım, kaçış, direniş, teslimiyet –bu bölümde Gezi’ye de selam çakıyor Mine Söğüt- ele alınmış. Kitaba adını veren öykülerden biri bu bölümde: ‘Büyük Küfür’.

Son bölüm tek öykü ve kitabın başından sonuna metafor olarak aşağı yukarı her öyküde kısacık olsa da değinilen gergedanın ana karakter olduğu ‘Gergedan’ öyküsü…

Kitabın tamamında Gergedan, bir imge olarak kullanılmış; adaletsizlikle, baskıyla, aileyle, devletle, dinle yaratılan korkunun, öfkenin, zarar vermenin, gözdağının bir imgesi.  Bazen biri bazen diğeri ama yaratan sebepler aynıları.

Ben böyle yorumlamış da olabilirim, çünkü okuyanınız bilir; köşe yazılarında değilse de sanat metinlerinde kapalı, özgün bir anlatımı vardır Mine Söğüt’ün. Gergedan’da da bu tutum bence daha da gelişerek sürüyor. Kelime oyunları ve tekrarlarla beraber rüya, daha çok kabusla gerçek arasında halüsinasyonlu, sayıklamalı zaman zaman sinematografik bir anlatım diye tarif edilebilir belki onun anlatımı.

Öyküler genel olarak durumu, durumları anlatıyor fakat Sait Faik’in, Çehov’un öyküleri gibi de değil. Bilinçaltı-bilinç üstü, gerçek-gerçek üstü her şey devrede. Dedim ya rüya görür gibi halüsinasyon gibi farklı, alışmadığımız bir anlatı. Yazarın öyküleme üslubunu biraz hissetmeniz için rastgele seçtiğim iki alıntı ile demek istediğimi anlatmaya çalışayım ya da o anlatsın. Kadınlara aşık olan fakat ailenin ısrarla onu erkeklere yöneltmeye çalışması nedeniyle intihar eden ablasını küçük kardeşin ağzından anlatan bir öyküden:

“Annem, babam, erkek kardeşim, senin cesedin, komşumuzun oğlu ve ben, hep birlikte sofrada oturuyoruz. (…)

Uçsuz bucaksız bir bataklıkta bir gergedan bize doğru koşuyor kinle ve senin cesedin kötü kokuyor o gece. Annem ağzını her açtığında, koku daha da kesifleşiyor. Cesedin masada çürüyor. Akşam koltukta çürümeye devam edecek. Sonra yatağında çürüyeceksin. Sabah kahvaltı sofrasında. Arada kapının önüne çıkacak, orada yüzün güneşe dönük çürüyeceksin.” (sf. 19)

Başka bir öyküden:

“Soru sormam hayat belirtisi ama ille de bir cevap istemem aptallık. Kendimi kim sanıyorum ben? Nerede yaşıyorum? Ne için yaşıyorum? Neye inanıyorum? (…)

Aynaya daha dikkatli bakıyorum.

‘Sorun belki de doğum için duyduğum sevinci ölüm için de hissedemememde’ diye düşünüyorum. Bunu bir daha düşünüyorum. Sonra ‘Belki ölüm için tuttuğum yası doğum içinde tutamamamda’ diye düşünüyorum. Düşündükçe kafam karışıyor. Kafam karıştıkça düşünüyorum. Düşündükçe doğup doğup ölüyorum.” (sf. 78)

Her özgün üslup yazar açısından bir risk barındırır. Kendi okurunu yaratır evet ama geniş okuyucu kitlesine hitap etmeyebilir. Hitap kitlesi olarak belirlediği okurun tamamına da erişemeyebilir. İşin aslı ben severek okudum hem “Deli Kadın Hikayeleri”ni hem de Gergedan’ı. Mine Söğüt’ün sersemletici üslubunu beğeniyorum. Öyküler gerilimli, taşınması ağır konuları içeriyor; tıpkı içinden geçtiğimiz dönem gibi… Mine Söğüt çok öfkeli, aileye, devlete, dinin sömürü olarak kullanılmasına… Bu öfkeye ve yarattığı isyana, teslimiyete, insanı kahreden çaresizliğe de uygun bir anlatı bu. Kafalarımızın, duygularımızın her gün iğdiş edildiği, şimdiye kadar insanlığın yarattığı -çoğunun bedeli kan olmuş- insani her şeyin baş aşağı geldiği bu dönemi bilinç akışları ve sayıklamalar gibi anlatmasan nasıl anlatırsın?

Mine Söğüt’ün Gümüşlük’te yaşadığını biliyorum ve belki bu bilginin etkisiyle yaşanan acıları, insanlığın kaybettiklerini gördüğü halde “tuzu kuru” bir yaşamı bozmayan aydının da çelişkisini eleştiriyor gibi geldi bana. Özellikle de ‘Büyük Küfür’ öyküsünde:

“(…) Uzun upuzun saçlarım. Kısa kısacık saçlarım. Saçlarım.

İçim ne kadar ferahsa… o kadar sıkıntılıyım. İçim içime sığmıyor ve içim içimde kuruyor. Ben ve ben. Aramızda yarım asırlık bir zaman. Altımda bir pantolon kendi dizimin dibinde, eteklerimde oturuyorum nice zaman.”

Öykülerde zaman zaman; çirkin, zorba, bencil, çevresiyle beraber kendi cinsine de kötülük eden “birey”lerden -çoğu erkek- oluşan bir toplum algısı var. Bu algıya dönük birkaç uyarı yapmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ekonomik ilişkilerin, kültürel ögelerin tarih boyunca değişim ve gelişimiyle oluşmuş toplumun yarattığı “birey” algısı -eğer yakınmayacak değiştireceksek- daha doğru geliyor bana. Binlerce yıllık üretim ilişkilerinin, inancın, coğrafyanın ortaya çıkardığı insandan söz etmek, bu koşullar başka türlü şekillendiğinde yüzlerce yıl sürse bile yaşanılası bir dünyayı ve yanında yaşayanın da canlı olduğunu algılayan insanı doğuracaktır. Tek tek insanların yarattığı kahredici toplumsal yapı ise umutsuzluk doğurur diye düşünüyorum naçizane… Nitekim, insan cinsi bu dünyada uzunca bir süre daha varlığını koruyacaksa ve biz daha yaşanılası bir dünya istiyorsak, toplumsal olanı değiştirerek “yeni insanı” yaratma, tek tek insanları değiştirerek yeni toplumu yaratmaktan daha gerçekçi.

Söylemeden geçmemek gerekiyor Eugene İonesco’nun “Gergedanlar” adlı oyununa bir gönderme “gergedan” metaforu. Öyküde oyundan da söz ediyor zaten. Kitabının sonunda gayet mütevazı bir şekilde, onu etkileyen tüm sanatçılara şöyle diyor Mine Söğüt:

“Bu kitabın yazarı, ona bu hikayeleri yazarken ilham veren yazarlar Eugene Ionesco, Franz Kafka, Jose Saramago ve Gabriel Garcia Marquez’e; yönetmenler Michael Haneke, Peter Greenaway, Pier Pablo Passolini ve Yorgos Lanthimos’a ve şairler Lale Müldür, Yannis Ritsos ve Cemal Süreya’ya müteşekkirdir”

Bitirirken: Bir olay metni okurken bir an dalma, birkaç satırı okuduğunu anlamadan okuma ama yine de öyküden kopmama gibi bir lüksü olur ya okurun; hiç heves etmeyin “Gergedan – Büyük Küfür Kitabı”nda böyle bir lüksünüz olmayacak, hep uyanık olmak zorunda kalacaksınız. Yani yorucu ama değen bir yolculuk sizi bekliyor.

KÜNYE: Gergedanlar – Büyük Küfür Kitabı, Mine Söğüt, Resimleyen: Bahadır Baruter, Yapı Kredi Yayınları, 2019, 115 sayfa.

DAHA FAZLA