Eski duvarın yeni müteahhitleri!

Eski duvarın yeni müteahhitleri!

Yazarlar kurtuluşun kendi duvarını örmekten geçtiği, yani pragmatist-milliyetçi bir siyaset tarzı geliştirmekten geçtiği fikrinde ortaklaşıyor. Kof milliyetçiliği pazarlamak için, Emperyalizmin krizini, Ortadoğu’nun güncel ve tarihsel çelişkilerini veya Türkiye’de muhalefetin durumunu değerlendirmeye almadan Kürt hareketinin (özellikle HDP) içine girdiği tıkanıklığı bir fırsat olarak görmek fikir-zikir diyalektiğine uygun belki, tamam ama peki gerçeklikten bu kadar kopmak, temel koymadan duvar örmeye çalışmaya ne demeli!

Engin Deniz

Bir süredir çeşitli mecralarda Kürt özgürlük hareketinin yaşadığı teorik-politik tıkanma hali ile ilgili çeşitli eleştiriler yapılıyor. Bu yazıda, Gazeteduvar’da yakın zamanda yayınlanan ve tartışılan iki uzun yazı ele alınacak. Hem tamamlayıcı-bütünleyici özellikler taşımaları hem de son dönemde Kürt hareketine dönük ‘sağ’dan eleştirileri kapsamlı olarak ifade ediyor olmalarından dolayı bu iki yazı birlikte değerlendirilmeyi hak ediyor.

Bu yazılardan birincisi 24 Ekim tarihli, Mücahit Bilici imzalı ve “Evrenselci kurtuluş ideolojileri ve Kürtler” başlığını taşıyor. Bilici, E. Xani’nin şiirindeki duvar metaforuna atfen, Kürtlerin “kendi duvarına” sahip olamadığını, bunun nedeninin ise sosyalizm ve İslamcılık ideolojileri olduğunu öne sürüyor. Yazıyı okumaya başladığınızda bir şekilde iki ideolojinin de genel bir eleştirisinin yapılacağı yanılgısına kapılabiliyorsunuz ancak biraz ilerledikten sonra öyle olmadığını anlıyorsunuz. İslamcılık, bir eleştiri başlığından çok ‘evrensel ideolojiler’ diyebilmek, yazıya akademik bir ciddiyet havası kazandırmak amacıyla iliştirilmiş sanki. Yazar kendi duvarına sahip olmak gibi naif bir başlangıç yapıp, Kürt hareketinin yakın tarih teorik ve pratik tercihlerine referansla sosyalizmin Kürtlere verdiği “zararlara” saplanıp kalmış.

Oysa kendisinin de utangaç şekilde itiraf ettiği gibi sosyalizm fikri Kürtlere önemli faydalar sağlamıştır. İslamcılık ise özellikle son yüz elli yıldır Kürtlerin egemen sisteme bağlanmasının en önemli aparatı olmuştur. Evrensel ideolojiler denerek yan yana getirilen sosyalizm ve İslamcılığın Kürtler açısından birbirine zıt çıktıları olmuştur. Gerçek şu ki, İslamcılığın Kürtlerin ayağına taktığı prangalar sosyalist-aydınlanmacı değerlerle eğelenmiş hem düşünsel hem de pratik açıdan özgürleşmenin kapıları son yarım yüzyılda böyle aralanmıştır.

Sosyalist düşünceyi referans alarak yaptığı eleştirilerin ardından evrenselci kurtuluş ideolojilerinin Kürtler için lüks olduğu ve önceliğin “kendi olma şuuruna” verilmesi gerektiğini salık veren Bilici nihayetinde sıradan milliyetçilik anlatıyor. Çok iyi bildiğimiz şu eski dökük “duvarı”  boyayıp sıvayıp yeni bir rezidans gibi pazarlamaya kalkıyor.

Bu yazı bana deprem sonrası Kocaeli’yi hatırlattı. Depremden sonra, kolonları ve duvarları çatlayıp yıkılmaya yüz tutmuş bazı binalar, yerel seçim yaklaşırken fırsattan istifade sıvanıp boyanıp şehre yeni gelen zor durumda kalmış öğrencilere pazarlanmıştı. Hatta bazıları yurt yapılmıştı.

***

İkinci yazı ise 2 Kasım tarihinde yazılmış, Sharo I.Garip imzalı " Kürt siyasetinde sol kayyımlar" başlığını taşıyor. Tarihsel bir arka planla başlayıp “protez akıl” tanımlamasıyla devam eden yazı en başta tahrik edici başlığına rağmen oldukça ilginç bir yazı okuyacağınız izlenimi uyandırsa da sonrasında büyük bir hayal kırıklığı yaratıyor. İler-tutar yanı olmayan argümanlarla Bilici’nin kibarca öne sürdüğü fikirleri çok daha agresif bir üslupla savunuyor.

Yazar bir durum tespiti olarak, Kürt siyasi hareketini 100 yıl önceki gibi evrenselci ilkeler, ideolojik ülküler veya küçük prenslikler adına kendi ülkesinin sınırlarını ve doğal haklarını belirsizliğe sürüklediğini iddia ediyor. Arkasından, yüz yıl öncesiyle bugün arasında tarihsel bir süreklilik ilişkisi varmış gibi, Kürt siyasetçilerin ve entelektüellerin zaman içerisinde bir sömürgecilik teknolojisi olarak protez akıl sayesinde sömürgenin davranış ve düşünce sistemini içselleştirerek kendi kendini sabote eden bir pratik geliştirdiklerini öne sürüyor.

 “Türklük sözleşmesi” nedeniyle Türkiye solu ve sağının Kürtlerin ulusal haklarını dile getirmelerine asla izin vermediğini öne sürerek, aklın bittiği yerde solun “retorik”  yoluyla Kürtlerin sisteme entegrasyonunu sağladığını iddia ederek asıl suçluyu ilan ediyor. Kürtlerin son yarım asırlık mücadeleleri ve kazanımları ortadayken bir entegrasyon durumundan bahsetmek dahası bunun sistemle kavgasında sayısız bedel ödemiş sol marifetiyle yapıldığını iddia etmek bile nerden baksan tutarsızlık…

Kürt siyasetinin 70’lerdeki çıkışındaki Sovyetik etkiyi ve Marksist çizgiyi eleştirerek salvolarına devam eden Garip, arada kimsenin aklına gelmeyen(!) sağlam tespitler de yapıyor: Kürdistan'da gelişmiş bir işçi sınıfı yoktu!

Yazar, bir gecede BDP’nin adeta darbeyle HDP’ye devredilerek 100 yıllık ulusal sermayenin, ideolojik sermayenin hesabına geçirildiğini, milliyetçiliğin mobilize etme gücünün Marksizmden etkilenen kadrolar tarafından konjonktürel bir araç olarak kullanıldığını, ‘HDP projesi’nin Türkiye solunun milli demokratik devrim tahayyülünün bir ürünü olduğunu, Kürt siyasetinin “beyazların kontrolü”ne girdiğini, Kürtlerin artık bir “Türkiye partisi” olan HDP’nin esas gündemini teşkil etmediğini… vs söyleyerek, artık siyasetten çok psikolojinin alanına girebilecek ölçüsüz bir saldırganlıkla, gerçeklikten tamamıyla kopuyor. Hatta, HDP çatısı altında buluşan sosyalist öznelere “marjinal guruplar” diyerek devlet söylemiyle de ortaklaşıyor.

Bir yerde de “Kürtlerin problemleri Türkiye’nin batısındaki Türk vatandaşların insan hakları problemi değil, çözülmemiş bir ulus ve ülke problemidir”  diyor Garip, insan ister istemez merak ediyor batıda yaşayan milyonlarca Kürdün insan hakları konusunda bir hassasiyeti yok mu bu “aşırı milliyetçi” yazarın.

Bu uzun yazının sonuç kısmına geldiğinizde Garip’in sizi aynı duvarın önüne getirdiğini ve üzerine de “milliyetçilik ezilen uluslar için bir özgürlük ideolojisidir” yazarak adeta mum diktiğini görüyorsunuz.

***

İki yazıda da, Kürtlerin yaşadığı teorik ve pratik tıkanma halinin Türkiyelileşme, demokrasi, insan hakları, sınıfsal bakış açısı, ortak kurtuluş… vs gibi gündemlerden kaynaklandığı öne sürülüyor. Yazarlar kurtuluşun kendi duvarını örmekten geçtiği yani pragmatist-milliyetçi bir siyaset tarzı geliştirmekten geçtiği fikrinde ortaklaşıyor. Kof milliyetçiliği pazarlamak için, Emperyalizmin krizini, Ortadoğu’nun güncel ve tarihsel çelişkilerini veya Türkiye’de muhalefetin durumunu değerlendirmeye almadan Kürt hareketinin (özellikle HDP)  içine girdiği tıkanıklığı bir fırsat olarak görmek fikir-zikir diyalektiğine uygun belki, tamam ama peki gerçeklikten bu kadar kopmak, temel koymadan duvar örmeye çalışmaya ne demeli! Türkiye’deki tabloya bakıp Kürt hareketiyle sol arasındaki ilişkide ‘sol’un baskın unsur olduğunu iddia etmek ya da Kürt hareketinin bugün ulusal değil Marksist olduğunu iddia etmek için bu yazar gibi yurt dışından değil de belki uzaydan bakıyor olmak gerek. İki yazıda da sıradan milliyetçilik hiç denenmemiş orijinal bir fikir gibi sunulmuş. Oysa 19. yüzyılda da yaşamıyoruz, yüz yıllık tecrübe ve tarihsel gerçekler gösteriyor ki, milliyetçilik bazen emperyalist güçlerin çıkarlarını gizlemek için paravan olarak kullanılmış bazen de sermaye birikimi için istinat olarak kullanılmış ve dahası defalarca halkların üzerine yıkılarak büyük acılara neden olmuş köhne bir duvardır. Bunu en iyi Ortadoğu tarihinden biliyoruz.

Elbette gelinen noktada ana akım Kürt siyasetinin eleştirilmesi bir ölçüde normal kabul edilmeli.  Ancak samimi bir çıkış aranacaksa bu gerçeklere yaslanmak zorunda. Örneğin, Kürt siyasi hareketinin Türkiye’deki yerel yönetimler pratiği ya da Batı Kürdistan’da, Rusya ve ABD basıncı altında tıkanan siyasal ve askeri pratik geldiğimiz noktada gerçek bir eleştiri zemini sunuyor. Öte yandan tıkanmanın kaynağını sosyalizm olarak tespit edip, bugün milliyetçiliğin hangi derde nasıl bir merhem olacağından hiç bahsetmemek anlaşılır bir durum değil.

Bir yandan HDP’nin Kürtlere daralması için büyük çaba sarf eden AKP/Saray çetesi, diğer yandan HDP’nin neden sadece Kürt partisi olması gerektiğini anlatan Kürt sağcıları.

Sağ Sağ’dır, mutlaka ortaklaşır!

DAHA FAZLA