Bu yazıyı Genco Erkal okusun

Bu yazıyı Genco Erkal okusun

Bundan tam 65 yıl önce 5 Mart 1953’te 15 yaşından itibaren bir parçası olduğu devrimci mücadelenin önderlerinden Josef Stalin hayatını kaybetti.

Yunus Başaran

Stalin’e dair çoğunluğu emperyalist odaklar ve siyasi rakipleri tarafından birçok mesele hakkında yazılıp çizildi. Kuşkusuz bütün bunlar, bir yazının konusu olamaz. Kaldı ki günümüz koşullarında bu kadar gündem olması bizim açımızdan gerekli de değil lakin emperyalist hegemonyanın deyim yerindeyse bitmeyen Stalin fobisi nedeniyle Stalin ismi konu olmaya devam ediyor. Bu durumu en son ‘Stalin’in Ölümü’ isimli absürd filmin dünyada vizyona girmesiyle gördük.

İşin aslını bilenler için egemen sınıflarda devam eden korkuyu anlamak zor değil. Marx ve Engels’in kuramsal temellerini attığı, Lenin’in liderliğinde Bolşevik Partiyle devrimi zafere ulaştıran Rusya proletaryası, Stalin önderliğinde patron sömürüsünün olmadığı, emeklerinden artan paranın tekrar halkın çıkarları için kullanıldığı bir sistemin reel olarak uygulanabileceğini tüm dünyaya ispat etti. Bu durum dünyada ilkti ve sosyalist devrimin üzerine sosyalist ekonominin ayakları üzerinde durabilmesi gerçeği, sermaye sınıfının çıkarları açısından dehşete düşmesine neden oldu. Eğer bu örnek yayılırsa fiilen sonları gelmiş olacaktı.

En etkin ve kestirme yoldan kara propaganda makinası derhal çalıştırıldı. Yukarıda belirttiğimiz gibi bütün kara çalmalara cevap vermek gibi bir niyetimiz yok, en kuyruklu yalan ve şehir efsanelerine fazladan yorum dahi katmadan rakamlarla durumu ortaya koymaya çalışacağız, fazlasını meraklısı araştırıp öğrenebilir.

Stalin’e getirilen en temel eleştirilerden birisi bürokratikleşme ve muhalefetin sesini kısmaydı. Bürokratikleşme sorunu doğrudur, yalnız bu durum Stalin döneminde başlamamış, devrimin olmasıyla birlikte yeni doğan bebeklerde görülen sarılık hastalığına benzer bir sorundur. Açalım; Sovyetler iktidarı ele geçirmelerinden itibaren ülkeyi yönetecek kadro sıkıntısı yaşadılar. Hal böyle olunca çarlık dönemi bakiyesi bir kısım asker, bürokrat ve yöneticiyi kullanmak zorunda kaldılar. Neticede insan ağaçta yetişmiyor, bilinç aşıyla verilmiyordu. Lenin de Stalin de bu durumun farkındaydı. Hem parti hem devlet kurul-kurumlarını bu konuda sıkça uyaran birçok yazı kaleme aldılar (Lenin ve Stalin’in toplu yazılarından bulunabilir) ancak şunu unutmamak gerekir ki devlet tek insan yönetiminde değildi. Çeşitli yetersizlikler de eklenince sorun çözülemedi. Hatta Kruşçev dönemiyle birlikte bu vaziyet kullanışlı bir hal aldı çünkü katılımcılık kısıtlanıyor, dar çevrelerde kararlar alınabiliyordu.

Gelelim muhalefeti bastırma meselesine. Bolşevik Parti içinde açıktan ilk muhalefet Lenin hayattayken 1923 yılında başladı. İçinde başta Troçki olmak üzere 46 parti yöneticisini barındıran bir toplam maddeler halinde eleştirilerini açıkladı. Bunlar da parti organlarında yayınlandı. İlk Bolşevik programın tartışılması 4 yıl sürdü. Neticede birleşik muhalefet alternatif bir program ortaya attı ve 27 Aralık 1927’de oylama yapıldı. Hiçbir tartışmaya yer vermeyecek bir sonuç ortay çıktı. Muhalefet 725.000 kayıtlı seçmenden 6.000’inin oyunu aldı, bu partinin %1’inden azının birleşik muhalefeti desteklediğini ifade ediyordu. Leninist partilerde işleyiş şöyledir: Bir meselede (program, tüzük vb) tartışmalar yapılır, kurullar işletilir bu süreçte her parti üyesi öneri ve eleştirilerini ortaya koyar. Süreç sonuçlandıktan sonra ise ayrımsız bütün partililer kararları eksiksiz biçimde uygular. Bolşevik Parti mantığı bugün de böyledir aksi taktirde işin sonu tıpkı geçmiştekiler gibi önce bozgunculuğa, ardından karşı devrimciliğe kadar gider. Nitekim yukarıda bahsettiğimiz oylama sonucu muhalefet bozguncu faaliyetlerini bırakmamış aksine artırmış, neticesinde de parti disiplini gereği ihraç edilmişlerdir. Bunların bir kısmı da özeleştiri vererek partiye geri dönmüştür.

Stalin döneminde Sovyetler geriye mi gitmiş, yoksa kapitalist devletlerin hayal edemeyeceği adımlar mı atmıştır? 1922’de Stalin Bolşevik Parti Genel Sekreterliğine seçildiği esnada Avrupa’nın en geri ülkelerinden birisi olan Sovyet Rusya onun hayatını kaybettiği 1953’te dünyanın ekonomik, siyasal, sosyal ve askeri açıdan en etkin ülkelerinden biri haline gelmiştir. Herhalde bu “basit” gelişimin bilimsel açıklaması olmalı.

Stalin'i en sert eleştirenler özü itibariyle ne diyor? “Stalin milyonlarca insanı hapse atmış ve öldürmüştür” (rakamların fersah fersah abartıldığını not düşelim). Ancak onların açıklayamadığı ve açıklayamayacağı bir gerçeklik var ortada. Acaba nasıl oldu da yüz milyonlarca Sovyet yurttaşı, kendilerine karşı yapıldığı ileri sürülen terör ortamında bu denli büyük başarılara imza atabildiler? Eğer onların dediği gibi olmuş olsaydı Sovyetler Birliği'nin herhalde daha önceki Çarlık rejiminden daha geri bir noktaya sürüklenmesi ve Nazi Almanyası'nın saldırısı karşısında dağılıp yok olması gerekirdi. Öyle ya 25 milyon Sovyet yurttaşı bir “diktatör” için mi öldü?

Gelin bir de Stalin döneminde yapılan Sovyet Anayasası'na bakalım. 1936 yılında 6 ay süren tartışmalar ve 1.5 milyon Sovyet yurttaşının katkısıyla hazırlanan Anayasadan bazı maddeleri sıralayalım:

-SSCB dünyada 8 saatlik çalışma süresini getiren ilk ülke olmuştur.

-SSCB’nin sağladığı diğer bir hak ise çalışan herkesin 1 aylık izin hakkı tanınmasıydı.

-SSCB’de hiçbir işçi, meslek gruplarının izni olmadıkça işten çıkarılamıyordu.

-SSCB döneminde her işçi, yılda bir kez gitmek istediği tatil yeri için müdürüne talep iletebiliyordu.

-SSCB’de yaşayan her yurttaşa ücretsiz daire verilmekteydi.

-SSCB’de her yurttaş evden işine ücretsiz ulaşım hakkına sahipti.

 -SSCB’de doğan her çocuğa 3 yaşına kadar ücretsiz olarak süt veriliyordu.

-SSCB döneminde doğum yapan her kadına üç yıl doğum izni veriliyordu. (İlk yılında çalışma ücretini tam alan anne, diğer yıllarda da sosyal yardımlardan yararlanabiliyordu.)

-SSCB yurttaşları, dünyada ilk kez, parasız olarak profesyonel sağlık hizmeti alan ilk halktı. Vatandaşlar istediği bir sağlık kuruluşuna sıra beklemeden ve ücret ödemeden gidip muayene olabiliyorlardı.

-Üniversiteye girip bitiren her öğrenciye devlet tarafından iş bulma garantisi veriliyordu.

-SSCB’nin dünyadaki ilk uygulaması ise isteyen her öğrenci, derecesine göre üniversite okuyabiliyordu, Bu uygulama ile lise derecesine göre isteyen her öğrenci istediği üniversitede eğitim alabiliyordu. Bu uygulama Rusya’da halen uygulanmaktadır.

-SSCB, dünyada ilk olarak okul öncesi eğitimi ve kreş eğitimini ücretsiz olarak sağlayan ülke olmuştu.

 Ne diktatörlük ama olsa da yaşasak!

Hiçbir devrimci önder, peygamber veya aziz değildir. Stalin’e “siz hiç hata yapmaz mısınız?” diye sorulduğunda gülümseyerek “hatayı ancak ölüler yapmaz” demiştir. Biz de ekleme yapalım, bir de suya sabuna dokunmayan “steriller” yapmaz. Stalin de hatalar yapmıştır,  eleştirilmez değildir ancak burada belirleyici olan alınan konumdur. Çoğunlukla Lenin’e saldıramayanlar, kendilerine Stalin’i paravan yaparlar. Hala sermaye diliyle, kokuşmuş argümanlarla Stalin‘e “soldan” saldırmak sıkıntılı bir bakış açısıdır. Bu tepkiyi verenlerin bir kısmının ‘yetmez ama evet’çi, bir kısmınınsa dün Ukrayna’da bugün de Suriye’de “devrim” görmesi şaşırtıcı değil, perspektif sorunudur.

Geçenlerde aynı hataya birçok Nazım Hikmet oyunu sahneleyen Genco Erkal’ın düştüğünü gördük. Diktatörlükten bahis açıp Stalin’i örnek verince pek çok tepki almış, üstüne bir de Nazım şiiri paylaşmış.

O zaman biz de yazıyı bitirirken sözü yine ustaya bırakalım:

5 MART 1953

İlkönce kim kime metin ol kardeşim diyecek,

ilkönce kim kime başsağlığı dileyecek?

Hepimizindi o,

hepimizindir.

Yoldaşlarım,

acınızı duyuyorum,

sizin duyduğunuz gibi tıpkı aynı şiddetle.

Kardeşlerim,

hüngür hüngür ağlamak geliyor içimden

tutuyorum kendimi sizin gibi tıpkı aynı metanetle.

Seviyorum onu,

Marks’ı, Engels’i, Lenin’i sevdiğim gibi,

sevdiğiniz gibi,

aynı muhabbetle,

aynı hürmetle.

Yoksul, esir halkımın dostuydu o.

–hangi halkın dostu değildi ki.

Bütün emekçi insanlık

beyaz, siyah, sarı,

baktı akıllı, güzel gözlerine onun,

baktı hayranlıkla, hayretle:

orda aşikâre yollar,

orda yollar apaydınlık,

orda kurtuluş,

bahtiyarlık

her birine

Halkımın savaş bayrağıydı o,

ve işkenceyi, hapsi, ölümü göze alarak

kaç kereler

“Barış, Bağımsızlık, Hürriyet” sözleri yerine

yazdı onun iki hecelik adını

fabrika duvarlarına,

yazı tahtasına okulların

ve köy türkülerine.

Yoldaşlarım,

Sovyet insanları,

günler ağır.

Onsuz geçilecek bu ağır günler

sarsıntısız, çatlaksız,

ama onunla ve Lenin’le beraber,

yani komünist partisiyle,

yani komünist partisi başta.

Bu parti eşi emsali görülmedik bir çeliktendir.

Bu çeliğin adı:

boydan boya ömrünü vermek emrine halkın,

boydan boya ömrünü vermek komünizme.”

“1953 yılının Mart ayında, kalp krizinin ardından “Barviha” sanatoryumunda yattığını anlatmıştın bana. Stalin’in hastalanmasını ve ardından ölümünü, itinayla saklamışlar senden. Kötü haberin sağlığını olumsuz yönde etkileyeceğinden endişelenmişler. Günler geçmiş, doktorlar kontrolleri dışında haberi alabileceğin endişesiyle, tıbbi müdahalede bulunabilecekleri bir ortamda sana bunu söylemeye karar vermişler. Görevin sorumlusu Simonov’muş. İlk tepkin korkunç olmuş, donup kalmışsın. Birkaç dakika konuşamamışsın. Gözlerinde yaşlar belirmiş”. (Tulyakova Hikmet, Vera; Bahtiyar Ol Nâzım, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, Şubat 2008, s.207)

DAHA FAZLA