ABD Başkanlık seçimlerinde neredeyiz, nereye gidiyoruz?

ABD Başkanlık seçimlerinde neredeyiz, nereye gidiyoruz?

ABD Başkanlık Seçimlerinde ön seçim süreci tamamlanmak üzere. Artık Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti adayları neredeyse kesinleşti. Demokrat Parti (DP)’de sürpriz yok. Ön seçimlerin ilk gününden bu yana favori olan Hillary Clinton üstünlüğünü sürdürüyor. Cumhuriyetçi Parti (CP)’de ise Trump adaylığı kesinleşti. Geçtiğimiz hafta içinde Trump’ın iki rakibi de yarıştan çekildi, böylece Trump, CP’nin tek aday adayı oldu. Yani Trump “varsayımsal aday” oldu. Bunun anlamı, henüz ön seçimler bitmemiş olsa da, Trump’ın rakibinin kalmadığı.

Peki, her iki partide de bu noktaya nasıl gelindi ve bundan sonra ne olacak?

TRUMP NASIL BU NOKTAYA KADAR GELEBİLDİ?

ABD’de en önemli gündem, Trump’ın nasıl bu noktaya kadar gelebildiği. Adaylığını açıkladığı günlerde şaka konusu olan, günler geçtikçe Cumhuriyetçi Parti yöneticileri tarafından sürekli aşağılanan, göçmen düşmanlığı, ırkçılığı ve küfürbazlığı ile ön plana çıkan biri, dünyanın en büyük emperyalist gücünün en yüksek politik makamına sadece bir adım uzakta. Bu nasıl olabilir? Kimler Trump’a oy veriyor?

Yavaş yavaş klişeleşen bir noktayla başlayalım. Sosyal medyadaki kitle ile toplum birçok açıdan ayrışıyor. Toplum sosyal medyadan okunmaya çalışılınca bazı sorular metafizik cevaplara muhtaç oluyor. Trump’ı kimlerin desteklediği sorusu da bunlardan biri. Sadece Facebook, Twitter, Youtube vb. sitelerin kullanıcılarına baktığımızda Trump’ı uzaylıların desteklediği sonucuna varıyoruz. Halbuki CP sempatizanları nezdinde Trump’çıların %50’leri aştığını görüyoruz.

Trump bir popülist. Amerikalılara kazanmayı vadediyor. Sanayisizleşen ABD'de kaybedenleri yanına çekiyor. Göçmenleri ülkeden kovacağını, imalat sanayini tekrar ABD’ye çekeceğini, böylece “orta sınıf” işleri ABD’ye geri kazandıracağını söylüyor.

Ancak benzer sözleri Trump kadar sert olmasa da diğer adaylar da söylüyor. Trump’ı öne geçiren, kurulu düzenle mücadelesi. CP’de kurulu düzen, Koch ailesinde somutlaşıyor. Koch’lar ABD’nin en büyük sanayi tekellerinden. Asfalttan enerjiye, gübre üretiminden doğal gaz çıkarımına kadar birçok sektöre hakimler. Politik olarak ise ABD’nin en güçlü sermaye grubu oldukları söylenebilir. Koch ailesi neredeyse tüm Cumhuriyetçi Parti yöneticilerini ellerinde tutuyorlar, çünkü hepsi Koch’lardan gelecek fonlara muhtaç. Basitçe, bu fonlarla yaşıyorlar. Trump ise bu yardımları reddederek seçim kampanyası yürütüyor. Sadece kendi bütçesini kullanıyor, ki mevcut serveti ona böyle bir şansı tanıyor.

On seçimlerin ilk günlerinde CP adaylığı için 10’dan fazla işim yarışıyordu. Bu sıralarda Trump’ın oy oranı %30 düzeylerindeydi. Herkes aday adayı sayısındaki azalmayla Trump’ın kaybetmeye başlayacağını ve bölünmüş düzen oylarının tek bir adaya yöneleceğini düşünüyordu. Ancak öyle olmadı. Her çekilen adayın oyları Trump’a akmaya başladı. Çekilen adaylar sonrasında Trump’a karşı seçmenlerini uyarsalar da nafileydi. Cumhuriyetçi Parti seçmeni ayaklanmaya başlamıştı ve Trump, tüm pragmatizmiyle onları kendine çekti. Söylemlerinin çoğu çelişiyordu, ama bir nokta çok netti. Trump bir bozucuydu. Belki en sağdaydı, ama en azından bozucuydu. İnsanlar bozulsun istediler ve Trump’ı seçtiler.

CLINTON NASIL BU NOKTAYA GELEBİLDİ?

Doğrusu, Clinton’un Demokrat Parti adayı olması çok şaşırtıcı bir durum olmayacak. Sanders’ın zorlamalarının yetersiz kalacağı ilk günlerden beri belliydi. Birçok insan Sanders’i aşan seçim kampanyasının bir sürpriz yapabileceğini düşünse bile, bu sürprizi önce Sanders engelledi. Gelir ve servet eşitsizliğinin ötesine geçemeyen söylemleri, son derece sınırlı emperyalizm eleştirisi ve ABD’deki bireysel silahlanma konusunda ırkçılarla benzer noktadaki tavırları, Sanders’ın radikalizminin sınırlarını gösterdi. Yoksulları sandığa çekemedi. Bu durumda da Demokrat Parti saflarından düzene verilen oylar Clinton için yeterli oldu.

Demokrat Parti’de sürpriz, belli bir grubun Sanders’ın seçim kampanyasına karşı tutumları oldu. Bu grup, özellikle sosyal bilim bölümlerinde profesörlük unvanı taşıyan akademisyenlerdi. Sanders’ın birçok ülke için sıradan olan ücretsiz eğitim ve sağlık tekellerinin zayıflatılmasını öngören politikaları, akademisyenler tarafından imkansız ve yanlış politikalar olarak sunuldu. Olmaz, dediler. Devlet borçları artacak ve uzun vadede ekonomiyi çok kötü etkileyecekti. Sanders’çılar asgari ücret artmalı, dediler. Akademisyenlere göre, asgari ücret artışı da çok fazla olmamalıydı. İktisatçı deyimiyle, marjinal olmalıydı. Ücretler çok artarsa sermaye kaçar dediler; işsizlik artar. Yalçın Küçük’ün deyimiyle şom ağızlılık yaptılar. Defalarca yanlışlanan teorileri savundular. Çoğu Demokrat olan profesörler, herkese insanca yaşam sunmanın imkansızlığını anlatmaya soyundular. Bunu yaparken sosyalizme küfür etmekten hiç imtina etmediler.

NEREYE?

Bundan sonraki süreçte Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti kongre düzenleyecekler. Bu kongre sonucunda her iki partinin de başkan adayları kesinlik kazanacak. Normal koşullarda, kongre sonrasında partiler, kendi adaylarını başkan yapabilmek için mücadele verirlerdi. Ancak Trump’ın varlığı bu seçimi öncekilerden çok farklı kılacağa benziyor. Parti’nin en yüksek mevkisinde buluna Paul Ryan’ın “Henüz Trump’i desteklemeye hazır değilim.” ve Koch kardeşlerin “Aslında Clinton çok da kötü bir aday değil.” sözleri, Trump'ın CP tarafından çok da desteklenmeyeceğini işaret ediyor. Solun ise Trump korkusuyla düzenin adayı Clinton’a yöneleceği tahmin ediliyor. Dünyanın birçok yerinde görülen bu eğilim, solcuların toplumdan uzaklaşmasına ve güvenilirliklerini yitirmelerine neden oluyor.